SON 90 YIL’DA YAŞANANLAR

Yazının tamamı Cahit ÜNCÜ tarafından yazılmıştır

İŞTE BARLA’DA SON 90 YIL İÇİNDE YAŞANMIŞ İLGİNÇ OLAYLAR:

1-Rahmetli anneannem,kendisi 7-8 yaşlarında bir çocukken,Barla’da şiddetli bir deprem olduğunu ve bu depremde,Barla’da dağlardan kayaların yuvarlandığını,birçok evin duvarları ve bacaları ile bahçe duvarlarının yıkıldığını,birkaç gün devam eden sarsıntılar yüzünden evlerin dışında yattıklarını anlatmıştı.(Türkiye’deki depremlerle ilgili bilgi veren bir web sayfasındaki bilgilere göre,bu yörede son 3-4 yüzyıldır görülmemiş şiddette meydana gelen bu deprem,04 Ekim 1914 günü saat 18:30’da meydana gelmiş,Isparta’da çok büyük hasara ve yaklaşık 500 kişinin ölümüne yol açmış.)

2-Yine rahmetli anneannem,Barla’nın tam karşısındaki Yassı Yol’un kenarındaki heybetli Yassı Taş’ın,Barla’da çok alim bir zatın (Tahminimce bu alim zat,Demirci Hoca adıyla bilinen veli zat olsa gerektir.) vefat ettiği gece,yukarısındaki dağdan kopup düştüğünü söylemişti.İlginç olan şu ki taş yassı ve düzgün yüzeyinin üzerinde değil de,yuvarlak olan yüzeyinin üzerinde,hem de o dik yamaçta durmuş,dereye yuvarlanmamış.

3-Yine böyle büyük bir kaya,Pazar mahallesinin karşı yakasında (Öğlen Taşı eteklerinde) bulunan,Sarılar’la Kahveller’in evlerinin tam ortasına düşmüş ama evlerin ikisi de hiç hasar görmemiş.(Kendi evleri de hemen o dağın önünde olan anneannem,tam yukarılarında ürkütücü bir şekilde duran büyük yuvarlak kayanın da bir gün ansızın evlerinin üstüne düşmesinden çok korkardı.)

4-1950’lerde Barla’da Çilenger’lerin evine düşen bir yıldırım,ocakbaşına yakın yere konmuş olan barut kutusunun patlamasına ve ahşap evin tamamen yanıp kül olmasına sebep olmuş.

5-1950’li yıllarda Cumaönündeki dev çınar ağacına düşen bir yıldırım,ağacın yarısının yanmasına neden olmuş.Yaşlılarımız bu ulu çınarı,Barla Belediye Başkanlarından Recep Güllü’nün kestirdiğini söylüyorlar.

6-Yine 1980’in başlarında Yeni Çeşme yakınlarındaki bir ardıç ağacına isabet eden yıldırım,yağmurdan korunmak için altına kürnemiş (toplaşmış) olan,Kocakuşak Süleyman dayıya ait 40 kadar davarın telef olmasına sebep olmuştu.

7-1970’lerin sonlarında Eğirdir Gölü’nün Eğirdir açıklarında (muhtemelen Karaburun önlerinde) küçük çapta bir hortum oluşmuş ve göl yüzeyinden kopardığı suyu onlarca metre yukarıya savurmuştu.Barla’dan gözlemlediğim bu olay o gün birkaç kez tekrarlamıştı ama yalnızca bir tanesi bu kadar büyük çaptaydı.(O hortumun bir benzerine de yakınlarımdan biri farklı bir tarihte şahit olmuş.)

8-Cumhuriyetin ilk yıllarında,Anadolu’da şiddetli bir kıtlık ve çekirge salgını yaşanmış ve bu olay Barla’mızı da etkilemiş.Rahmetli Saliha nine (Kahveci Şerif Efendinin annesi) ,yiyecek birşey bulamadıkları için çekirgeleri ateşte kızartıp yediklerini anlatmıştı.

9-Barla’da iki ağır yılan sokması ve bir de ölümle sonuçlanan böy (zehirli örümcek) sokması olayı yaşanmış.Yukarıda ismi geçen Saliha nine,Kamışlıbük dediğimiz yerdeki sebze bahçelerinde ayağından dev bir yılanın soktuğunu ve Senirkent’te yaşayan Yılancı Hacı ismindeki halk doktorunun evinde bir aydan uzun bir süre şifalı otlarla tedavi görmesine rağmen ayağında sakatlık kaldığını anlatmış ve o ayağındaki büyük yara izini bana göstermişti.(Bir yılan sokmasının insanda bu kadar iz bırakabildiğine o zaman şahit olmuştum.)

Benzer şekilde bir yılan sokması olayını da rahmetli Çolak Cemal dayı yaşamış.Eski dağ yolundan Senirkent’e giderlerken tüfekle yaraladıkları çok büyük bir yılan elinden sokmuş.Uzun tedaviler gördüğü halde,eli sakat kalmış,adeta erimiş.Çolak lakabı da bu yüzden verilmiş.

Yine Barla’da kim olduğunu soruşturamadığım bir adamı böy sokmuş.Örümceğin zehrini gidermek düşüncesiyle adamı ayran kazanının içine oturtmuşlar ama adam bundan fayda görmeyince vefat etmiş.

Bunların dışında birkaç yılan sokması olayı daha var fakat bunların ciddi sonuçları olmadığı için yazmadım.

10-Boyalı’da yaşayan (Yan Barmak) Hüseyin dayı,av arkadaşlarıyla dağda tüfekle yaraladıkları iri bir yaban domuzunun saldırısına uğramış ve domuzun keskin azı dişiyle kasığından ciddi biçimde yaralanmış.Isparta’ya g.türülüp ameliyatla kurtarılmış.

11-1960’ın başlarında,Değirmen Derelerinde kavak kesimi için Barla’ya gelmiş olan bir Tahtacı ailesi,Barla’da acı bir olay yaşamış.Babasının kestiği koca kavağın kökü ile taş duvar arasına sıkışan genç kız,kan kaybından vefat etmiş.

12-1950’li yıllarda,dağa g.türülmek üzere Muhacirler’in eşeğine yüklenmiş olan arı kovanının arka kapağı açılınca,yüzlerce arı tarafından sokulan eşek zehirlenerek acı içinde ölmüş.Çevreye dağılan kızgın arı ordusu,insanlara da zorlu saatler geçirtmiş.

13-1960’ın sonlarında,katırlarıyla çift süren Kart Ahmet dayı,katırların ürküp dört nala koşmaları yüzünden,bileğine geçirdiği kayıştan kurtulamayıp dakikalarca sürüklenerek feci şekilde vefat etmişti.

14-Sanırım 1967’de,Pirli Pınarı yakınındaki değirmende un öğütüp boz eşeğine yükledikten 2-3 dakika sonra,Antike Ahmet dayıyı kendi eşeği kolundan ısırmış,canhıraş feryatlarla bağıran adamı eşekten kurtarmak için değirmenci Selçuk abiyle dakikalarca uğraşmak zorunda kalmıştık.Kolu kırıldığı için adamcağız haftalarca alçıyla dolaşmıştı.

15-1960’lı yılların ortalarında,gütmekte olduğu koyun sürüsüyle birlikte şiddetli kar tufanına yakalanan Avukatlar sülalesinden bir genç,dağda donarak vefat etmişti.Cenazesi ancak haftalar sonra karların içinde bulunabilmişti.

16-Sene 1963’te,rahmetli Nuri Turan (Cemal’in Nuri) abi,8 kişinin ölümüne ve bir o kadar kişinin de ağır yaralanmasına sebep olan o elim kamyon kazasını yapmıştı.Ölenlerden ikisi,Sancaktarlar sülalesinin genç oğulları idi.Çok yakın komşumuz olan Şerif ve Ahmet Yavuzşen kardeşlerin bıraktığı acı,çocukluğumun en derin izler bırakan acısıydı diyebilirim.Hanımları dul,çocukları yetim kalmıştı.Anneleri Hesna yengenin çığlıkları hala kafamın içinde yankılanır durur.Tüm Barla’yı derinden üzen bir olaydı.O kazayı yaşayıp da henüz sağ olan sadece Gök Ahmet dayı var sanıyorum.(Geçenlerde kaybettiğimiz rahmetli Mustafa Karatuğ abi,o kazayı en hafif atlatmış olan kişiydi.)

17-1960’ların ortalarında,zamanın Barla belediye başkanlığını yapmakta olan rahmetli Mehmet Dolaksız,bir gece yarısı,ikamet etmekte olduğu Karallar’ın evin girişinde kimliği belirsiz kişilerce öldüresiye dövülmüştü.O gece amcamlarda yattığım için,adamcağızın çok yakın mesafeden gelen feryatlarını duymamak için yorganı kafamın üstüne çekmiştim.O olayda hastanelik olan Mehmet abi,başkanlıktan birkaç sene sonra yerleştiği Isparta’da,bir kavgada bıçakla ağır yaralanmıştı ve kan kaybından vefat etmişti.

18-İsmet İnönü idaresindeki baskıcı ve yasakcı yıllar olan 1940’lı yılların sonunda,Cumaönü’ndeki Çeşnigir Paşa Camii’nin müezzini olan babam Hafız Hüseyin Üncü,Arapça ezanı çok özlemiş olan bir hemşerimizin ricasını kırmayıp,minareye çıkmadan caminin yanındaki gedikten alçak sesle okuyuvermesi üzerine,dönemin nahiye müdürü tarafından apar topar karakola g.türülmüş ve muhtemelen birkaç ay hapis cezası çekecek şekilde hakkında tutanak tutulmuş.Hatırı sayılan bir kişi olan rahmetli Muhtar Osman’ın gayretleriyle olay örtbas edilmiş.

19-1960’ların başlarında,Barla’da mezar tamiri yapmakta olan rahmetli amcam Mehmet Üncü,tamir için açtığı Hakkı Efendi’nin kabrinde ilginç bir duruma şahit oluyor.Hakkı Efendi vefat edeli en az 10 yıl geçmesine rağmen,kefeninin sadece sol omuz başının biraz lekelenmiş olduğunu,diğer taraflarının bembeyaz kaldığını görüp hayrete düşüyor.Amcam başka hiçbir kabirde böyle bir şeye şahit olmadığını anlatırdı.Rahmetli Hakkı Efendi,Çeşnigir Paşa Camii’nde görev yapan,Barlamızın en güzel sesli imamı imiş ve alim bir zatmış.Allah mekanını Cennet eyleye…

20-1970’lerin sonlarında bir kış gecesi,Gıcıklar’ın Yokuşbaşı mahallesindeki evlerinin avlusundan 100’den fazla koyunları çalınmıştı.Bir kamyona doldurulup Barla dışında bir yere g.türüldüğü söylenen ne o koyunlar,ne de tereyağından kıl çeker gibi bir kolaylıkla o sürüyü çalan hırsızlar hiç bulunamadı.

21-1970’li yıllarda,Murat Soydan,İstemi Betil ve Hüseyin Zan gibi aktörlerin rol aldıkları bir avantür film Barlamızda çekilmiş,Meteoroloji Mehmet abi de (Şirin Mehmet) o filmde Murat Soydan’dan dayak yeme şerefine nail olan bir figüran olarak rol almıştı.Filmin bir sahnesinde kullanılan ve “uçurumdan atılan adam” niyetiyle yaptırılmış olan içi saman dolu adam kuklası,Barla sokaklarında çocukların tekmeledikleri bir eğlence olarak günlerce kalmıştı.Birkaç gün süren çekimler için filmin oyuncuları,o zamanki adıyla “Hotel Gül Oberj” de konaklamışlardı.Kilisenin oralarda falan çekilen filmin ismini hatırlayan çıkar mı acaba aramızda..?

22-1940’lı veya 50’li yılların birinde,Pazar mahallesinde çıkan bir yangında Çömlekçiler’in dam evleri tamamen yanıp kül olmuş.Çamurdan çanak-çömlek yaparak geçimlerini sağlayan ailenin fırınlarından çıkan yangın,ürettikleri onca malın da ziyan olmasına yol açmış.

23-70’lerin sonuna doğru (1977 olabilir?),çok sert geçen kış,Eğirdir Gölü’nü tamamen dondurmuş,kalın bir buz tabakası oluşmuştu.Birkaç hafta boyunca kalan o buz tabakası,sanırım Şubat ayının son günlerinde patlayan bir lodos fırtınasıyla acayip sesler çıkararak parçalanmış ve birkaç saat içinde Barla kıyılarını en az 1,5 metre yüksekliğinde,metrelerce genişlikte ve kilometrelerce uzunlukta bir buz hurdalığına döndürüvermişti.Olayın baştan sonuna kadar şahidi olan ben,hayatımda ondan daha ilginç ve harikulade bir doğa olayına rastlamadığımı söylesem pek yalan olmaz.10 santimden daha kalın o buz tabakasının,lodos dalgasının oluşturduğu müthiş basınçla kilometreler boyunca kırılırken çıkardığı o garip ve ürkütücü sesler,her zaman rastlanılan türden sesler değildi.Güneşli bir günde,kıyı boyunca pırıl pırıl parlayıp gözleri kamaştıran o 1,5 metre yükseklikteki buzdan kalenin muhteşem görüntüsü de çok az insana nasip olmuştur diye düşünüyorum.Kısacası görmeye değer bir doğa olayıydı.

24-Yine 70’li yılların sonuna doğru,Sinap’tan düşen küçük çaplı bir çığ,Akdere ağzındaki kanyon başını tamamen doldurmuştu.Barla’daki evimizden küçük teleskopumla bakmadan önce,Sinap’ın Yılanlı Göğsü denilen yüzündeki çığ izini çıplak gözle farketmiştim.Adeta dağın tepesinden aşağı doğru bir yol açılmış gibi görünüyordu.Olaydan birkaç gün sonra ava gittiğimiz arkadaşlarla,o dev kar kütlesini Akdere başında görmüş ve üstünden karşı tarafa geçmiştik.Bu olayın Barla tarihinde bir benzeri daha var mıdır,bilemiyorum.

25-70’lerin ortalarında,bugün bile hala bilinemeyen bir sebeple,Barla ve çevresinde bulunan tüm Karaağaç nesli ve Ceviz ağaçlarının bir kısmı kuruyup yok oldu.O zamanlar,Isparta bölgesinde yeni yeni güçlenmeye başlayan TV yayınlarının buna sebep olabileceği söylenmişti.Son derece sağlam kerestesi olan Karaağaç,şu sıralar yeniden yeşermeye çalışıyor ama hala eskiden olduğu boyuna ve heybetli görünümüne ulaşamadı.Cevizler ise kendilerini yenileyip eski hallerine döndüler.

26-1990’ların başındaki bir kışta,Barla çevresindeki çalılar (Akdeniz bölgesine has tipik bir ağaççık,maki),yine bilinmeyen bir nedenle yer yer tamamen kurumuş ve hazin bir görüntü oluşmuştu.Olayın,Demireller’in Isparta çıkışındaki Göltaş çimento fabrikasında kullandıkları ve dışardan ithal ettikleri radyasyonlu yakıttan meydana geldiği söylenmişti.Oluşan büyük tepki üzerine,radyasyonlu yakıtın alındığı ülkeye geri gönderildiği açıklanmıştı.

27-70’li yılların başlarında aşırı yağışlı geçen bir bahar gecesi,Hacı Yahya’nın güllüğü’nün (gül ekili bahçesinin) yukarı kısmında göçük oluşmuş ve ordaki arazinin tümden Yokuşbaşı girişine doğru kayacağı endişesi oluşmuştu.Hatta Göçmen Ömer dayının evinin yanındaki Cumaönü yolunun da çökme ihtimali belirmiş,yolun alt kısmı Cumaönü girişine kadar beton istinat duvarıyla güçlendirilmişti.Güllüğün ordan geçen Yenice yolunun çöküp bataklık halini alması üzerine,kamyonlarca toprak dökülerek sorun çözülmüştü.

Daha önceki yıllarda,Kuruçeşme’nin dere tarafında da bir arazi kayması olmuş,bu yüzden o bölgenin ismi Göçük olarak kalmış.Ne ilginçtir ki,bugün insanlar Göçük denen bölgenin yukarı kesimlerine ev yapma cesaretini gösteriyorlar.

28-1960’ların başlarında,Barla dağlarına ansızın inen şiddetli bir yağmur sele sebep olmuş,bugünkü Barla Göleti’nin yukarı kısmında dereye yakın noktalarda bulunan çoban çadırlarını ve kaçamayan hayvanları önüne alarak göle g.türmüş.

(O boyutta olmasa da,ben de bir-iki defa dereden boz bulanık büyük çapta sel indiğine şahit oldum.Hem de Barla’da bir damla yağmur olmaksızın.)

29-1960’ların sonlarına doğru,gruplar halinde Barla dağlarında yaşayan çakalların,davar sürülerine zarar verip durmasından bıkan çobanlarımız,bilmeyerek bir çevre felaketine sebep oldular.Dağlara zehirlenmiş hayvan leşleri bırakan aklı evvel birkaç çoban,Barla dağlarında bulunan çakal neslini tümden yoketmiş,bugün kimsenin başedemediği yaban domuzu sayısının patlamasına sebep olmuşlardır.Domuz yavrularını da yiyerek,doğal ekolojik denge unsuru olan çakalların zehirlenerek yok edilmeleri,zehirden ölmüş çakal leşlerini yiyen kartal neslinin de ilelebet yok olmasına neden olmuştur.Evlerin bahçelerine kadar girip,sebze ve meyvelere zarar veren ve bir türlü başedilemeyen domuzlar,çevre bilincine varamamış bir topluma İlahi bir ceza olmalı herhalde..?

30-1980’lerin başlarında,Barla İskelesi ile Kumlar’ın önlerinde,çok derin olmayan bir bölgede içindeki balık ağları ve istakoz sepetleriyle birlikte batan motorlu bir balıkçı kayığı,tüm arama ve tarama çalışmalarına rağmen sanki sırra kadem basarak yok olmuş,asla bulunamamıştı.Yüzme bilmeyen iki balıkçımız,son anda yetişen başka bir kayığa alınarak kurtarılmışlardı.

31-1960’ların başlarında,Ebdiller’in evinin arkasında bulunan büyük kizir kaya (çatlaklı ama sert bir kaya cinsi),dinamitle patlatılarak parçalanmış,elde edilen küçük kaya ve taşlar rahmetli Alim dayının evinin inşaatında kullanılmıştı.Evimizin hemen altındaki patlamalar,adeta bizim mahallede küçük depremlere yol açmış,fırlayan taşlardan biri bizim evin hayatına kadar gelmişti.

32-1950’lerin başında,Barla’da şoförlük yapan ve hiç ayık hali görülmemiş olan Deli Osman,sabahleyin çalışmayan yarı cemse yarı kamyon biçimli arabayı,Cumaönü’ndeki Çeşnigir Paşa Camii yanındaki dik yokuştan aşağı doğru itekletmiş,yine çalışmayınca geri geri sürerek (hem de sarhoş kafayla),Hacı Sait Efendi’lerin ahşap evin yanındaki daracık taş yoldan Muradağalar’ın evinin oraya indirmiş.Kasapbekirler’in damın ordaki 90 derecelik keskin virajdan dönmeyen arabanın üstü takılıp kalınca damın köşesini kesmişler.Ordan Yokuşbaşı istikametine doğru döndürülen araba nihayet çalışma alicenaplığı göstermiş ve Dörtyol’dan Cumaönü’ne gelip,yolcularını aldıktan sonra öğleye doğru Isparta yolculuğuna başlayabilmiş.(Arabanın muavini olan Recep amcam,arkadaki çift tekerleklerden birinin,yolun uçurum olan sol tarafındaki duvarın üstünde boşta gittiğini,sadece tek tekerleğin üstünde Kasapbekirler’in evin oraya indiklerini yani 6 tekerlekli arabanın,biri boşlukta asılı olarak 5 tekerlek üstünde en az 50 metre indiğini ve o sırada arabanın içindeki bir başka sarhoş yolcuyu inmeye ikna edemediklerini anlatır.)

33-Barla’nın geçmiş en renkli ve hazırcevap kişilerinden biri olan rahmetli Hacı Enver dayı gençliğinde,birkaç hemşehri arkadaşı ile birlikte eski patika yoldan Eğirdir’e giderlerken,Yılancı Yeri denilen yerde (şimdiki Bedre DSİ pompası yakınında),silahlı birkaç eşkıya tarafından soyulmuş.Oldukça korkan Enver dayı,aklını oynatmış ve g.türüldüğü Barla’daki evlerinden aniden kaybolmuş.Günlerce süren aramalar sonunda,Dereardı dediğimiz yerdeki bir mağarada,Ustalı Mahmut dayı tarafından yakalanıp bitkin bir vaziyette evine getirilmiş.Daha sonra ne şekilde tedavi edildiği hakkında hiçbir bilgim olmayan Hacı Enver dayının akli melekesinin,diğer birçok insandan daha fazla olduğuna,ben ve O’nu tanıyan diğer hemşehrilerimiz şahit olmuşuzdur.O olayın faydası mı olmuştu acaba..?

34-1980’lerin başında bir Ramazan akşamı,Cumaönü’ndeki camiye hanımları Teravih namazına getiren rahmetli Zekeriyya Çapraz dayı,emektar cipinin freninin boşalması üzerine,gözlerimizin önünde Cumaönü’nde geniş bir daire çizdikten sonra,Şapçıların evin arkasındaki 3 metrelik çukura arabanın burnu üstüne düşmüş ve takla atmadan öylece dimdik kalmıştı.Bismillah…Bismillah sesleri arasında,beti benzi kalmamış hanımların cipten çıkmalarına yardım etmiş,cipi de yanına devirmeden salimen çukurun içine indirmiştik.Sanırım ertesi gün,traktör yardımıyla ve epey süren uğraşlardan sonra cip yukarıya çekilebilmişti.Zekeriyya dayının o emektar ciple yaşadığı birçok maceraları olduğunu biliyorum.

35-1977 Ekim’inde,Barla İskelesi üstündeki yolun kenarında kamyona elma sandıklarımızı yüklerken,Barla tarafından ansızın gelen şiddetli,fındık iriliğinde bir dolu yağışına tutulmuş ve hemen kendimizi oradaki arabaların içine atmıştık.Olayın ilginç olan yönü şuyduolu geçtikten sonra arabalardan çıkmış ve yağışın sadece çok lokal bir bölgede gerçekleştiğini hayretle görmüştük.Göle doğru devam ederek geçip giden dolu yağışından geriye,yaklaşık 300 metre eninde,birkaç kilometre uzunluğunda bembeyaz bir soğuk halı kalmıştı.Ve bir de,yıllar sonra kayınpederim olacak olan Musa Öncü’nün,çamurlu çizmelerimiz yüzünden koltuklarına kadar çamura batmış olan o güzelim Mercedes arabası..!

36-1960’ların ortalarında,Barla’daki geleneksel düğünlerin aksine,ilk defa balo tarzında bir düğün,yeni yapılmış olan otelin büyük salonunda yapılmıştı ve hatırladığıma göre bayaa bi sansasyona sebep olmuştu.Barlalı iki genç,otelde kıyılan nikahla evlenmişlerdi.Sanıyorum kuru pastalı ve limonatalı ilk düğündü.O gece biz çocuklar çok eğlenmiş ve pasta denen şeyi ilk kez tatmıştık.Çiftler düğünden sonra İstanbul’a gidip yerleştiler.

37-1950’li yılların sonu,Eğirdir Gölü’nün belki de binlerce yıldır varolan tatlı ve geniş sularında özgürce yaşayagelen 6-7 tür otçul balık türü için kabus yıllarının başlangıcı olmuş.”Bir deli bir kuyuya bir taş atar ama kırk akıllı onu ordan çıkaramaz” atasözümüzü çatlatırcasına bir insafsızlıkla,göle bırakılan dişli balık(levrek),sadece birkaç yıl içinde o güzelim türleri silip süpürmüştü.Çocukluğumda o türlerin çoğunu görmüş ve harika lezzetlerini tatma imkanım olmuştu.Sonraki yıllarda yiyecek bulamayınca kendi yavrularını da yemek zorunda kalan bu balık da gölde oldukça azalmıştı.O gün bu gündür,gölün ekolojik dengesi asla yerine gelmemiş,atılan yeni türlerle göldeki düzen yap-boz tahtasına döndürülmüştür.Şimdi her tarafını otlar doldurmuş olan gölde yüzmekten zevk alınmıyorsa bu,otçul balıkların yok edilmesindendir.

38-1960’ların başlarında,Çeşnigir Paşa Camii’de müezzinlik yapmakta olan babam,minareye ezan okumak için çıktığında,o sıralarda sara hastalığı olan bir çocuk da babamın arkasından minarenin şerefesine kadar çıkıyor.Yukarıda çocuğu farkeden babam orada sara falan tutar düşüncesiyle ona kızıp derhal aşağıya inmesini söylüyor.Heyecana kapılan çocuğu o anda gerçekten de sara tutuyor ve çocuk 75 basamaklı minare merdiveninden taa aşağıdaki giriş kapısına kadar tangır-tungur yuvarlanarak iniyor.Hemen alelacele ezanını okuyan babam aşağıya indiğinde çocuğun kanlar içinde kaldığını ama yaşadığını farkederek büyük bir sevinç yaşıyor.Cemaatin de yardımıyla çocuğa oracıkta biraz pansuman falan yaptıktan sonra evine g.türüp ailesine teslim ediyor.Velhasıl öldürmeyen Allah öldürmüyor.

39-Yıl 1966’da,o zamana kadar salt insan sesi ile okunagelen ezan,ilk defa Barla semalarında Çeşnigir Paşa Camii minaresine takılan büyük hoparlörlerle okunmuştu.Müezzin olan babamın,İstanbul ve Ankara’da yaşayan hemşehrilerimizden topladığı yardım paralarıyla,9 tane büyük pille çalışan bir amplifikatör ve iç-dış hoparlörler alınmış,ezan sesi Barla’nın çok daha uzaklarında bulunan insanlara ulaşmıştı.Yalnız bu işin tek kötü yanı,o aletler acayip derecede elektrik akımı çekiyorlardı ve 9 tane büyük boy pil bir hafta dayanmıyordu.O yüzden cami bütçesi bayaa bi zor günler geçirmişti.Neyse ki 3 yıl kadar sonra Barla’ya dev bir dizel jeneratör gelmişti de caminin pil masrafı en aza inmişti.Sabah ezanı vaktinde jeneratör çalıştırılmadığı için piller sadece bir vakitte lazım oluyordu.

40-Bundan 4-5 sene önce,sevgili bacanağım Abdullah Çapraz ve oğlu Cihan’la geceleyin Barla’da benim kendi el yapımım olan teleskopla gezegenlere ve diğer yıldız kümelerine falan bakıp duruyor,saat gecenin 2’sini geçmiş olmasına rağmen,uykusuzluğa direnerek yaptığımız işten büyük zevk alıyorduk.Saat 02:15 sıralarında,o güne kadar hiçbirimizin görmediği dev boyutta bir göktaşı patlamasına şahit olduk.Astronomi biliminde Fireball (ateş topu) diye anılan bu olay olağanüstü bir olaydı ve biz onu son saniyesine kadar birebir canlı olarak izleme şansını yakalamıştık.Göğün güneydoğu istikametinde bir noktadan başlayan göktaşı patlaması belki sadece 2-3 saniye kadar sürmüştü ama ortaya çıkan ışık sanki bir şimşek ışığı gibi ortalığı aydınlatmıştı.O Fireball,parçalara ayrılarak büyük bir hızla Eğirdir’in doğu tarafındaki dağların üstünde yok oldu.Ve o günden beri yaptığımız gözlemlerde bir daha onun benzeri bir olayı hiç yakalayamadık.Eskilerin “nur düştü” dedikleri olay bir Fireball patlaması olabilir mi acaba..?

41-Sanıyorum 1960’ların ortalarında,Eğirdir Gölü aşırı şişmiş,sebze ekilip dikilen Barla’nın Kumlar mevkiini ve Bedre’nin Suğla bölgesini tamamen su basmıştı.Eyiburnu adasına ancak kayıkla giriş yapılabiliyordu.Tabii o zamanlarda göl kıyılarında ev falan olmadığı için zarar sadece sebze dikememe olarak atlatıldı.Gölün o kadar şişmesine ve kıyıları basmasına sebep,Kovada Elektrik Santralına su taşıyan kanalın inşaası sırasında,suyun o tarafa geçişinin önlenmesiydi tabii ki.Göl yeniden o seviyeye çıksa,bugün kıyılarda inşaa edilmiş evlerin çoğu gölün içinde kalır.

42-Yukarıdakinin tam tersi de yaşanmıştı Eğirdir Gölü yakın tarihinde.1970’lerin ortalarında,gölden Isparta ovasına ve diğer sulama alanlarına aşırı su çekildiği için göl bazı noktalarda yaklaşık 150-200 metre kadar çekilmiş,gölümüzün güzelliğini tamamlayan ve balıklarla deniz kuşlarına ev sahipliği yapan kamışlar,kök saldıkları hopaklar açıkta kaldığı için neredeyse tamamen kurumuştu.Frigoslar’ın önlerinde bir bölge su seviyesinin üstünde kalmış,şu anda açıklarda kalmış olan kumsal bölgelerde,bir-ikiyüz metre ilerilere giderek sığ sularda doyasıya yüzme şansını yakalamıştık.(Tabii o derece bir daha çekilmesini asla istemem.)

43-İşte o dönemde,Badırıklı’nın önlerinde gölün çok sığlaşmış olduğu bir yerde gömülü büyük bir güp (küp) bulmuş ve merakla içini eşelemeye başlamıştık.Küle benzer bir tabakayı ellerimizle çıkardıktan sonra güpün dip kısmında belki birkaç yüzyıl (belki de birkaç binyıl) öncesine ait bir insan iskeleti bulmuş ve hayrete düşmüştük.Dişlerinin görünümünden genç bir insana ait olduğunu tahmin ettiğimiz iskeleti tekrar güpün içine gömüp ebedi istirahatgahına bırakmıştık.Demek ki göl daha çok çekilse kimbilir ne çeşit eşya ve kalıntılar bulunacak.Eskiler,gölün bulunduğu yerin önceleri büyük bir ova olduğunu,o arazinin içinde birçok köylerin bulunduğunu ve günün birinde Hoyran gölünün taşması sonucunda ovayı su basıp Eğirdir Gölü’nün meydana geldiğini dede ve ninelerinden duymuş olduklarını anlatırlardı.Gölün çekilmesi sonucunda bulduğumuz o iskelete bakarak,bu söylentide doğruluk payı olduğuna ben kesinlikle inanmıştım.Zaten hep anlatılagelen başka bir hikaye de vardır bu konuda.Göl taşmadan bir gün öncesi,bütün kedi ve köpekler yüksek yerlere taşınıp,içgüdüleri yardımıyla kurtarmışlar kendilerini ve yavrularını.

44-1960’dan önce Barlamızda yaşamış ve çevredeki bütün kasaba ve köylerde tanınmış olan rahmetli Kırıkçı Ahmet dayı’dan bahsetmek istiyorum biraz da.Gönomarlar sülalesinden olan Ahmet dayı,gelmiş geçmiş en iyi kırık-çıkık ustası imiş.İyileştiremediği hiçbir hastası olmamış.Hatta bir keresinde,gölün karşı yakasından (yanılmıyorsam Yeniceköy’den) sedye ile getirilen ve her iki bacağı da ağır değirmen taşının altında kalarak un-ufak olmuş ağır yaralı bir adamı,Barla’daki evinde birkaç ay süren bir tedavi sonunda yürür vaziyette memleketine göndermiş.Halbuki Eğirdir Kemik Verem Hastanesindeki doktorlar,o adamın her iki bacağının da kesilmesi gerektiğini,aksi halde gangren olup öleceğini söylemişler.Kırıkçı Ahmet dayının,çok parçalı kırıkları iyileştirmede,köpek kemiği gibi malzemeler kullandığı ve kendine has yöntemler geliştirdiği için bütün hastalarını iyileştirdiği söylenir.Ama ne yazık ki kendisinden o ilmi alan biri olmadığı gibi,O da başkasına öğretmeden bu dünyadan göçüp gitmiş.

45-1960’ların sonuna doğru,Cumhuriyet tarihimizde ilk ve son defa bir başbakan Barlamızı ziyaret etmişti.O dönemin çok sevilen başbakanı olan Süleyman Demirel,Barla’ya gelmiş ve Otel Gül Oberj’de ağırlanmıştı.O zamanki belediye başkanımız olan Muhacir Hafız dayının (Kazım Karaca), heyecanından titrediği ve konuşmakta güçlük çektiği kimsenin gözünden kaçmamıştı.Demirel’in,”Devletten istediiğiz bişee vaa mı?”sorusuna Hafız dayı titreyen sesiyle,”Efendim su sıkıntısı çekiyoruz,suyumuz yok.”diyebilmiş,Demirel de bunun üzerine, “Burda da mı su sıkıntısı oluu yaav,(gölü işaret ederek) işte önüğüzde gocuman deniz!” diye karşılık vermişti.Barla’nın içme suyu sıkıntısı ancak 70’li yıllarda çözüme kavuşturuldu.Acaba o ziyaretin faydası olmuş mudur? Ne dersiniz???

(Küçük Not:Süleyman Demirel ile Rahmetli Ustalı Mahmut dayı çocukluk arkadaşı oldukları için o ziyarette Barla’da hasretlik gidermişler.)

46-1970’lerin başında bir gece,Naladı Bağlarındaki Muhacir Hafız dayıya ve Leylalar’ın Kara Ömer dayıya ait iki ayrı meyve bahçesinde bulunan 100’den fazla elma-armut ağacı,kimliği belirsiz kişilerce kesilmişti.Merhametsiz ellerin indirdiği balta darbeleriyle yerlere serilmiş koca koca ağaçların içler acısı haline bizzat şahit olmuştum.Barlamızda başka eşi benzeri görülmeyen bu ağaç katliamı,hafızalarımızda acı bir hatıra olarak kalmıştır.

47-Sanıyorum 1950’lerden önce Barla’nın aşağısındaki B.klu Dere,yaz kış hiç kurumadan devamlı akarmış.O zamanlar dağlarımıza yağan karlar,kışın metrelerce yüksekliğe ulaşırmış ve bu yüzden derenin kurak yaz aylarında bile akmasına sebep olurmuş.Derenin sürekli akması bir yana,Pazar Mahallesinde oturan bazı kişiler Dereardı dediğimiz kanyonun içlerindeki biraz derince yerlerde,gölden yukarı doğru yüzerek gelen balıkları avlarlarmış.Bilmeyenler için belirteyim.Eğirdir Gölü ile Dereardı arası en az 4 kilometre gelir.Şimdi ise bırakın 4 km.yi,derenin gölle buluştuğu yerde bile balık bulamazsınız.Son elli-atmış senede gölün ve doğanın bereketi nerden nereye gelmiş oldu…Üzülmemek elde değil.

48-27 Mayıs 1960’da ihtilal yapılıp dönemin başbakanı merhum Adnan Menderes ve arkadaşları tutuklanınca,Türkiye’de onları çok sevip oy veren büyük halk kitlelerine karşı olmadık acı eylemler ve tavırlar sergilenmişti.O yıllarda küçük yaşlarda olmama rağmen o acı günlerin buruk tortuları,yüreğimin bir yerlerinde kalmıştır ister istemez.İşte o tatsız eylemlerden biri de Barla kahvehanesinde yaşanmış. Menderes üzüntüsüyle zaten yürekleri yanan insanların şaşkın bakışları arasında kahvenin duvarında asılı duran Adnan Menderes portresi,halen sağ olan ama ismini yazmayacağım bir hemşehrimiz tarafından hakaretler ve küfürler eşliğinde ayaklar altına alınarak parçalanmış.Üzüntüden kahrolan diğer hemşehrilerimiz,hapis korkusuyla sindirilmiş oldukları için hiçbir müdahalede bulunamamışlar.Ne garip bir memlekette yaşıyoruz ki yıllar sonra,asarak öldürdüğümüz o insanlara iade-i itibar töreniyle yeniden defin hürmetinde bulunduk.Kendilerine ne faydası olduysa..?

49-1930’ların sonuna doğru,Barlamızın iftihar ettiği şahsiyetlerden birisi olan merhum Şamlı Hafız Efendi,dönemin idaresi tarafından yanılmıyorsam 4 aylığına Denizli Hapishanesine gönderilmiş.Suçu,çocuklara Kur’an öğretmek ve evinde Bediüzzaman Hazretlerinin bir eserini bulundurmak.Rahmetli Şamlı Hafız Efendi,Barlamızın baş camii olan Çeşnigir Paşa Camii’nin imamı ve Bediüzzaman’ın katibi idi.Son derece alim bir zat olan Şamlı Hoca (Barlalılar böyle anardı),Arapça’yı anadili gibi bilir,bir hattat kadar düzgün yazı yazardı.Çocukluk yıllarımın nadide şahsiyetlerinden biri olan Şamlı Hafız Efendi’ye Risalelerdeki ve Kur’an öğrettiği insanlarımızdaki (en başta Hafız ettiği babam olmak üzere) emekleri için 3 İhlas 1 Fatiha gönderirsek yanlış yapmış olmayız.Öyle değil mi?

50-Son olarak da kendimle alakalı bir olaydan bahsetmek istiyorum.1983 Ağustosunda,anlamsız bir amaç için ölümün eşiğinden dönmüştüm.Sevgili Zafer Ertop ailesi ve yeğenlerimin bulunduğu bir grupla gittiğimiz Hazna mevkiinde gölde yüzerken aklıma gelen bir lüzumsuz fikir,az kalsın şu anda 22 senelik bir mezar olmama sebep oluyordu.Kronometreli saatimi yeğenim Hamdi’ye verip,su altında en uzun süre kalma rekorunu kırma işine yeltenmiştim.En son “3 dakika 12 saniye oldu,çık artık!” dediğini hatırlıyorum.Sudan çıkmak istiyor ama asla çıkamıyordum.Oksijensiz kalan beynimde şuur kaybı olduğu için hareket kabiliyetimi kaybetmişim.O zamanlar kendisi de fazla iyi yüzemeyen Zafer abi tarafından zor zahmet kıyıya çekildiğimde,mosmor olan bedenime ve fırlayan gözlerime bakıp benim öldüğümü sanmışlar.Ciğerlerimdeki suyu boşaltma düşüncesiyle beni ters çevirdiklerinde kendime gelmeye başlamış,ilk olarak çığlıklar atarak ağlaşanların seslerini duymuştum.Sonra ışığı algılayıp insanların ve dünyanın neden tepesi aşağı durduklarını anlamaya çalışmıştım.Halbuki ters duran benmişim..! Allah’ın lutfu olsa gerek,ciğerlerime bir damla bile gitmemiş ama nedense bir hayli su mideme gitmiş.O gün bugündür,yapmış olduğum o gereksiz işin pişmanlığını duyar,insanlara böyle bir çılgınlığı asla ve asla yapmamalarını tembihlerim.Zira hayat herşeyden daha önemli..!

Not : Sitemizde bulunan yazı ve resimlerin izin alınmadan, kaynak gösterilmeden ve isim belirtilmeden başka platformlarda yayınlanmamasını rica ederiz.  EMEĞE SAYGI LÜTFEN…

Share This