BİLDİKLERİNİZ BİLMEDİKLERİNİZ
Yazının tamamı Cahit ÜNCÜ tarafından yazılmıştır
-Yakın geçmişte Barlamızda 160 aile çiftçilik yapıyormuş.Yani Barla’nın yaklaşık yarısı ekili ziraatle uğraşıyormuş.Tabii buna bağlı olarak da 6 ayrı değirmen tahıl ürünlerimiz olan buğdayı ve arpayı öğüterek un haline getirmek için gece gündüz çalışıyorlarmış.(Bu değirmenleri ileriki bir yazımda daha ayrıntılı olarak yazacağım)
-Barla’da,biri Barla İskelesi’nde Kocabıyıkların İsmail dayıya ait,diğeri ise Biyideresi’nde Hacı Hafızlar’a ait iki tane su dolabı vardı.Bunlar insan gücü ile çalışan ve zerzevat (sebze) sulamaya yarayan düzeneklerdi.Bahçenin alt kenarından geçen yolak veya dereden (İskele’deki gölden alıyordu tabii ki) suyu alıp 2-3 metre seviye farkı olan biraz bayır kısımlara suyu akıtmak için kullanılırlardı.(Lunaparklardaki dönme dolaplara benzeyen aletlerdi.)
-Barlamızın seçkin hafızlarından olan Hebiblerin Hafız dayı,barut ve çeşitli kimyasal maddeler kullanarak kamışlardan yaptığı havai fişekleri bayramlarda atar,eski Barla akşamlarında hayranlıkla izlenen hoş gösteriler sergilermiş.(Henüz sağ olan oğlu Mustafa Göker dayıdan öğrenebilirsem o havai fişeklerin nasıl yapıldığını foruma yazmayı düşünüyorum)Son yıllarda düğünlerde ve önemli günlerde yeni yeni görmeye başladığımız havai fişek gösterileri aslında yaşı ilerlemiş hemşerilerimize pek de yabancı değil anlayacağınız.50-60 sene önce seyrettiklerinin tekrarı ne de olsa!!!
-Hacıhüseyin Ağalar’ın Nuri Bey,askerliğini jandarma olarak memleketi Barla’da yapmış.O zamanki kanun gereği (sanıyorum İstiklal Harbi yılları),askerden kaçıp köye dönen üç Barlalı genci ayaklarından vurmuş.Bunlardan biri bacağı kesildiği için ömür boyu topal kalmış.(Belki yanlış anlamalara sebep olabilir düşüncesiyle kimliklerini yazmadım.)
-Eskiden bir kanun maddesinin verdiği haktan istifadeyle,kendi memleketi haricinde bir yerden evlenen erkekler askere gitmiyorlarmış.Barlamızda da bu garip haktan yararlanmak için dışarıdan evlenen gençler olmuş.Ama sonradan çıkarılan yeni bir kanunla o gençler kendi memleketlerinde askerlik yapmak durumunda bırakılmışlar.
-Akmescit Camii’nin ahşap minaresi 50-60 yıl kadar önce “Binli Kızı” (Cemil Binli dayının babaannesi imiş.) namıyla anılan hanımın maddi yardımıyla Senirkentli Veli Usta’ya yaptırılmış.(Veli Usta’nın çalışmasına şahit olan babam,marangozlukta O’nun kadar mahir bir ustaya rastlamadığını söyledi.) Allah onlardan razı olsun.
-Aynı şekilde Pazar mahallesindeki Göçeri Paşa Camii’nin de benim gençlik yıllarıma kadar minaresi yoktu.İstanbul Yenimahalle’de ikamet etmiş olan Barlalı Yılmaz Mehmet Efendi’nin hanımı Hasibe hanım da bu camimizin minaresini yaptırma bahtiyarlığında bulunmuş.Allah’tan mükafatını bol eylemesini dileriz.
-Birinci Dünya Harbi sırasında Hicaz ve Yemen cephesinde savaşan ve orada İngilizlere esir düşen Barlamızın geçmiş en güzide Hafızları olan Partal Hafız dayı ve Muhacir Hafız Ahmet dayı,esir kampındaki günlerini hafızlıklarını pişirerek doldurmuşlar.Keşke o zamanki “inanca saygı” kavramı günümüzde de değerini bulabilse diye iç geçirmeden edemiyorum.
-Yine Birinci Dünya Harbinde Afyon’u işgal eden Yunanlılar Şuhut’a kadar ilerlemişler.Öyle ki top sesleri Barla’dan dahi duyulmaya başlamış.Bunu fırsat bilen Barlalı Rumlar,halı iplerinin içinde Barla’ya silah sokmuşlar.”Sizi camiye doldurup diri diri yakacağız” diye ağızlarından kaçırınca bayram ve cuma namazları sırasında camiyi jandarma korumaya başlamış.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Barla’dan gönderileceklerini öğrenince o silahları Kilisenin altında var olduğu söylenen bir tünele gömmüşler.”Baniyam..! Baniyam..!” sözleriyle (ne demekse..?) hayıflanarak ve ağlaşarak evlerini,yurtlarını terketmişler.(Asırlardır iç içe yaşadığımız bu insanların içindeki kin ve nefret duygusu birazcık törpülenebilseydi de memleketleri ve memleketimiz olan Barla’da yine birlikte yaşayıp gitseydik fena mı olurdu acaba???)
-Çok şaşkınlık uyandıran icatlardan biri olan gramofonu Barla’ya ilk getiren kişi Karaloğlu Mustafendi olmuş.Yanındaki kolu döndürüp zembereğini kurmak suretiyle çalıştırılan bu alet,o zamanın en ileri teknoloji ürünü olan taş plakları çalarak milleti hayretler içinde bırakmış.Hele en yüksek sesiyle biraz da cızırtı çıkararak Karallar’ın evinden çaldığı “Haa akşam oldu yine de bastı kareler,bu dert beni iflah etmez pareler” mısralı şarkısı gönüllerde hüzünle karışık hoş duygular uyandırırmış.Daha sonra bu aletin ikincisini Ankara’da yaşayan Kadirlerin Mehmet adındaki zat getirmiş.Üçüncüsü Şavkuların,dördüncüsü de Devecilerin Süleyman dayının evlerinde dönmeye başlamış.
-Barlamıza,gramofonun pabucunu dama atan ve o zamanın en çarpıcı icadı olan lambalı radyoyu ise ilk defa 40’lı yıllarda Yılmaz Mehmet Efendi namındaki zat getirmiş.Yine çok büyük bir şaşkınlığa ve hayranlığa sebep olan bu alet,ihtiyarlarca kıyamet alameti olarak yorumlanmış.Tek dalga ve frekansta sadece Ankara’dan yayın yapan radyo,belli zaman aralıklarında ajansla (haber) ve zamanın sevilen müzikleriyle programını dolduruyormuş.
Daha sonra,uzun yıllar Barla’nın muhtarlığını yapmış olan Muhtar Osman dayı ikinci radyoyu Barla’ya getirmiş.Cumaönü’ndeki eski belediye binasının üst katına yerleştirilen bu radyonun sesi sonuna kadar açılırmış ve belediye binası çevresine oturan halk haberleri ve şarkıları dinlermiş.
-1946 genel seçimlerinde barlalı seçmenler cumaönündeki eski okul binasında oy kullanmışlardır. oy verme saati bitince oy sandığı demokrat partiden bir kişi gözetmen olarak alınarak eski belediye binasına götürülüp sayım yapılmıştır.o sırada cumaönünde bulunan hacı izzet dayı seçimle alakalı öfkeyle ortalıkta bağırıp durmuştur fakat diğer köy halkı buna katılmayınca oradan uzaklaşmıştır. Yapılan resmi açıklamalar neticesinde demokrat partinin gözetmeni eşliğinde muhtar osman seçimi kazanmıştır.
-Barla’nın en kalın çınarı Cumaönü’nün camiye yakın tarafında yer alıyormuş.Belediye başkanı Mehmet Çallı’nın 1950’lerde Salahlar’ın Ethem dayıya kestirdiği bu çınara muhtemelen 1920’li yıllarda düşen bir yıldırım,altında oturmakta olan Mazharların Tevfik’in ölümüne neden olmuş.Bağcıyaz’da Eyüpler’in Nuri dayının hanımı Nazife(???) hanım ve Gönümas Tepesi yakınındaki evlerinde Delioğlan’ın Eşref dayının hanımı Hatice hanım da aynı şekilde yıldırım düşmesi sonucunda ölmüşler.Hepsine Allah’tan rahmet dileyelim.
-Yine 50’li yıllarda,bu çınarın bir dalına rüzgarla elektrik üreten bir doğru akım dinamosu yerleştirilmiş.Rüzgarla dönen bir pervane yardımıyla elde edilen düşük voltajlı elektrik,bir akünün şarj edilmesi yöntemiyle Çeşnigir Paşa Camii’nin elektrik ihtiyacının karşılanması amacıyla kullanılmak istenmiş.Ancak tam istenilen amaç hasıl olmayınca kaldırılmış.
-Bir zamanlar,Kiremit Dağı diye bildiğimiz dağın oralarda (Çam Dağı yolundaki Yeni Çeşme civarında) muhtemelen Rumlardan kalma kireç ocakları varmış.Bu ocaklarda yüksek ısıda yakılan kalker cinsi taşlardan kireç elde ediliyormuş.Şu andaki ilkokul binasının yerinde eskiden var olan taş yapı Eski Okul binasının yapımında,o ocaklardan elde edilen kireç kullanılmış.Barla’daki her evden bir kişi,eşeğiyle kirecin dağdan okul inşaatına taşınması için muhtarlık tarafından mecbur tutulmuş.Zorunlu kireç taşıyıcılardan biri olan babam (çok emin olmamakla birlikte),okulun duvarlarında kullanılan taşların ise,yine muhtarlığın emriyle Kilise’den taşındığını anlattı.
-Bahsi geçen Eski Okul yapılmadan önce okul binası Cumaönü’ndeki eski ahşap bina imiş.İki katlı bu ahşap yapının üst katı birkaç derslik olarak kullanılıyormuş.Mezarlığın önüne Eski Okul binası yapılınca orayı tadilatla kahvehaneye çevirmişler.Çocukluğumda henüz yıkılmamış ama son derece yıpranmış olan o ahşap binanın alt katında bakkal,berber,terzi ve kasap dükkanları vardı.
-Cumaönü’ndeki ahşap binadan önce ise,Barlamızda okul binası olmadığı için Yokuşbaşı’ndaki Kocamustanlar’ın iki katlı ahşap evinin (Şemmi ve Yahya dayıların evi) bir bölümü okul amacıyla kullanılmış.Bu evde Dertli Hoca ve Garipli Hoca namıyla anılan eski usul hocalar köyün çocuklarına eski yazıyı öğretiyorlarmış.Bu hocalardan biri çok dayak attığı için,çocukların gerçek anlamda korkulu rüyası imiş.Bedeller’in Musa Efendi’nin hanımı Enise Hanım da o evde çocuklara okuma öğretir ama çok şefkatli davranırmış.
-Üst paragrafta ismi geçen Kocamustan dayı şair ruhlu bir zatmış.Birinci Dünya Harbi’nde esir düştüğü yerde bir de suç işleyince hapse atılmış.Esirleri görmek için gelen o memleketin kralına çok veciz bir şiir okuyunca kralın emriyle serbest bırakılmış.(O şiirin mısralarını bulabilirsem foruma bilahere yazacağım.)
-Barla dağlarının bir noktasında gayet eser miktarda (çok az) altın madeni bulunduğunu sanıyorum pek az sayıda hemşehrimiz biliyordur.Herhangi bir ekonomik değeri olmadığı,bir vakit incelemeye gelen bilirkişi ekip tarafından açıklanmış olduğu söylenen bu altın damarının tam yerini yazarsam,bir zamanlar Batı Amerika’da yaşanan “altına hücum” hareketini başlatmış olurum düşüncesiyle şimdilik açıklamıyorum..!(1000 $’a haritanın kopyası gönderilir! Fiyatı düşük mü tuttum acaba..?))
-Benzer şekilde,Hazna’daki mezarın altındaki bölgede taş kömürü bulunduğunu da çok az Barlalı biliyor olsa gerek.Önceleri bazı hemşehrilerimiz o bölgeyi kazarak ısı değeri çok iyi olmayan taş kömürünü evlerinde yakacak olarak kullanıyorlarmış.Sanırım dağdan odun kesme yasağı kısmen kaldırılınca ordaki kömürden vazgeçilmiş.
-Eskiden pekmez yapımında kullanılan “ak toprak”,Örencik Çeşmesi’nin biraz ilerisindeki Gede Bekirler’in tarlasından kazılıp Barla’ya taşınıyormuş.Millet kaza kaza zamanla o tarlayı köstebek yuvasına döndürünce,tarla sahipleri ordan toprak alanlara haklarını helal etmeyeceklerini duyurmuşlar.Bunun üzerine Barlalı pekmez yapımcısı aileler yönlerini hazineye ait başka bir araziye çevirmek zorunda kalmışlar.Hazna’nın asfalttan yukarıda kalan ak topraklı bölgesi,Barla pekmezinin imdadına yetişmiş.Ne de olsa devlet malı deniz,kazmayanın pekmezi mariz.
-Daha önce foruma gönderdiğim “Barla’da Yaşanmış İlginç Olaylar-Part/2” ‘nin 38.maddesinde,minarenin içinde yuvarlanıp aşağıya kadar indiği halde ölmediğini anlattığım sara hastası genç , rahmetli Kart Ahmet dayının oğlu imiş ve Barla’da Deli Şerif ismiyle bilinirmiş.Bir kış günü ortadan kaybolup giden bu gencin cesedi uzun bir zaman sonra Dokuz Söğüt Çeşmesi’nin yakınlarında bulunmuş.Ayakkabıları bir yerde,kendisi başka yerde bulunan Barlamızın Deli Şerif’i soğuktan donarak vefat etmiş.
-Hastalanıp ölmeden önce rahmetli Mehmet amcam,tüm vefat eden Barlalıların kayıtlarını tutardı.Mezar taşı yazdırmak isteyen bazı aileler yakınlarının ölüm tarihlerini amcamdan öğrenirler ve ona göre yazdırırlardı.Amcamın sürekli yanında taşıdığı eşsiz bir kaynak olan o küçük defterin akibeti hakkında maalesef hiçbir malumatım yok.
-Aynılar’ın Mustafa dayının 1940’larda Kangal cinsi azman gibi bir çoban köpeği varmış.(Belki de Barla tarihindeki ilk ve son Kangal’dır) Çamdağı’na odun kesmeye gidip gelen herkesin bu köpekten ödü koparmış.Akçapınar’ın üst tarafındaki çadırı ve davar sürüsünü koruyan bu dev gibi köpek,günün birinde aniden ortadan kaybolmuş.Çok kıymetli bir hayvan olduğundan rahmetli Mustafa dayı bulmak için çok uğraşmış.İşin uzmanları köpeğin kurtlara karışıp gitmiş olabileceğini söylemişler.Bazıları ise,kurdun en büyük düşmanı olan köpeğin asla kurtlara karışıp gitmeyeceğini savunmuşlar.Ama aylar sonra,tariflere uyan o köpeğin,Konya Ovası’nda bir kurt sürüsü içinde görüldüğü haberi alınmış.(Bu gerçekten garip bir olay ama ben de filmin birinde kurtlara karışıp giden bir köpeğin hikayesini seyretmiştim)
-Bundan 35-40 yıl kadar öncesinde Barlamızda,tavırları,duruşları ve konuşmalarıyla adeta köyün maskotu olmuş iki sevimli hemşehrimiz vardı.Biri İbili,diğeri Deli Memet.İbili (Semerciler’in İbrahim) yeşil yeşil gözlü çok güzel bir bebekken geçirdiği çocuk felci yüzünden sakat kalmış ama akli melekesi tam olan sevimli bir insandı.Ayaklarını biraz sürüyerek baston yardımıyla yürüyebiliyordu.Deli Memet (Selimler’in Mehmet) ise bir tarafı aksadığı için sallanarak yürüyen ama akli melekesi yerinde olmayan meczup bir adamcağızdı.(Bedduasını alan kişinin başına mutlaka bir bela gelirdi) Ancak gelin görün ki,Barlalıların çok sevdiği bu iki sevimli insan birbirlerinden nefret eder ve karşılaştıkları her yerde küfürleşip kavga ederlerdi.Görünüşte Deli Memet daha sağlam gibi dururdu ama İbili’yi görür görmez kaçmaya başlar,İbili’nin taş atma mesafesi dışına çıkar çıkmaz ana-avrat sövmeye başlardı.Onların bu bitmek tükenmek bilmeyen düşmanlıklarını seyretmekten zevk alan bazı hemşehrilerimiz,onları kasıtlı olarak karşılaştırırlar ve mutlaka çıkacak olan çatışmayı geriden sinsice seyredip,sebebini kimsenin bilmediği bu kapışmaların tadını ( ! ) çıkarırlardı.
Barlamızın bu iki sevimli simasından Deli Memet 70’li yıllarda Barla’da,İbili ise 90’lı yıllarda Isparta Huzurevi’nde vefat ettiler.Allah onlara ve tüm geçmişlerimize rahmet eyleye.
-Barla’da elektrik yokken,belki de ilk ve tek karpit lambası Ebdiller’in evinde yanardı.Basınca dayanıklı bir tüpü,bir su haznesi,bir musluğu ve bir de ışığı güçlendiren metalden çukur aynası bulunan karpit lambası,esasında mağara bilimcilerin kullandığı parlak ışık saçan bir alettir.Ebdiller’in kullandığı lamba ise,o lambaların sanıyorum ev kullanımı için üretilmiş modeliydi ve 60’lı yılların başlarında herkesin imrendiği bir aydınlatma aracıydı.Haznesine önce küçük karpit parçaları konuyor,sonra su haznesinden muslukla kontrol edilen miktarda su karpitin üzerine damlatılıyor ve açığa çıkan asetilen gazı,gayet ince bir memeden geçtikten sonra yakılmak suretiyle oldukça güçlü bir ışık üretiliyordu.Musluğun çok fazla açılması durumunda basıncın çok yükselmesi söz konusu olduğu için biraz da patlama riski olan o alet hala Ebdiller’de midir,merak ediyorum doğrusu.
Önemli NOT:Karpit su ile birleştiğinde son derece yanıcı ve patlayıcı bir gaz olan asetilen gazı açığa çıkar ki laboratuar ortamı dışında bu işlemin yapılması son derece tehlikelidir.Kesinlikle denemeyiniz!
-Şimdi de Barla’da yapılmış bir diğer ilginç aletten bahsetmek istiyorum.Bahirler’in Osman abi,esnek bir teneke cinsi kullanarak yaptığı buhar patlamalı bir kayığı çeşme hatıllarında yüzdürürmüş.Minyatür bir buhar kazanı mantığıyla çalışan bu kayıkta Osman abi,suyun ısıtılmasında yakıt olarak ispirto kullanırmış.Yakıtını ilave ettiği müddetçe pat…pat…pat sesleriyle saatlerce hatılın içinde dönüp duran bu kayığın yapılış tekniğini Barla’da ve dışında başka bilen var mıdır bilemiyorum.
-Barlamıza karasabanların hakim olduğu bir dönemde ilk traktörü,Leylalar’ın Galip abi ile Numenler’in Ahmet abi ortak olarak getirmişlerdi.60’lı yılların ortalarında memleketimize getirilen FIAT marka turuncu renkli o ilk traktör bir hayli fiyaka yapmıştı.İlk zamanlar biraz acemilik çekilmiş olsa da,yaptığı işin kapasitesi ve verimi görüldükçe hayranlık uyandırmış ve daha sonra diğer çiftçilerimiz de karasabandan traktöre geçiş yapmışlardı.Bu geçiş,köyümüzdeki **** nesli için sonun başlangıcı olmuş,kader çizgileri Kasap Ali (Kör Ali) dayı ile kesişmişti.
-Çiftçiliğin ana geçim kaynağı olduğu yıllarda,Barla’da ekilmemiş bir karış arazi bulmak imkansızmış.Öyle ki dağların eteklerindeki çalılıklar bile kazılıp tarla yapılır,oralara dahi arpa veya buğday ekilirmiş.Kiremit Dağı’nın etekleri,Kedi Yatakları,Örencikler,Badırıklı’nın yukarısındaki çalılıkların tüm açık kısımları,Eğrenli’deki tüm araziler ve hatta Kaymaz Dağı’nın etekleri ekilip biçilen yerlermiş.Çocukluğumdan hatırladığım kadarıyla,başaklar olgunlaştığında orak ve kosalarla (tırpan) biçilen ekinler,iki ****ün çektiği kızaklarla kilometrelerce ötedeki harman yerlerine taşınır ve haftalar boyunca harman kaldırılmaya çalışılırdı.Kızakların biçilmiş tarlalarda bıraktıkları kıvrım kıvrım o ilginç yol izleri bende,çocukluğuma geri dönmek isteğiyle dolu melankolik izler bırakmıştır nedense.
-Yarısından fazla evin çiftçilikle geçindiği Barla’da buğdayın kilesi (yaklaşık 30 kilosu) 80-90 kuruştan satılmaktayken,İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1939’da bir anda 30 liraya fırlayıvermiş.Geçimini çiftçilik dışındaki işlerden sağlayan aileler oldukça zor durumda kalmışlar.30 mislinden (%3000 artış) daha fazla bir fiyatla satılmaya başlanan buğdayı alamayan ama neredeyse her öğününde tahıl ürünlerine dayalı yiyeceklerle (tahırna çorbası-bulamaç çorbası-bulgur pilavı gibi) beslenen yoksul ailelerden bazıları,bağ-bahçelerinde yetiştirdikleri fasulye,nohut gibi sebzelerin tanelerini kuruttuktan sonra değirmenlerde buğday gibi öğüttürmüşler ve sebze unundan yaptıkları yiyeceklerle yaşamaya çalışmışlar.
-Öğlentaşı’nın doğu yamaçlarındaki eski Rum bağlarına Kalebağlar dendiğini bilmeyenimiz yoktur herhalde.Peki bir zamanlar köyümüzün en güzel üzümünün orada yetiştirildiğini kaçımız biliyoruz?Yağmur suyundan başka hiç su yüzü görmeyen o bakımlı bağlardan Rumlar her yıl yüzlerce eşek yükü üzüm taşırlarmış Barla’ya.Geçen yaz dağ tırmanışı için karşısındaki yoldan traktörlerle geçerken içim cız ederek baktım o harabeye dönmüş Rum bağlarına.”Biz Türkler oraları yaşatamaz mıydık acaba?Nereyi zaptettikse orayı öldürmek zorunda mıyız?” diye düşünmekten kendimi alamadım.
-Barlamızın Davudi gür sesli müezzini Gazi Mehmet dedemin vefatından sonra,Eğirdir müftülüğünce Çeşnigir Paşa Camii için müezzinlik ve Akmescid Camii için de imamlık kadrosu açılmış.Bunun üzerine 1953’te babamla (Gazi’nin Hafız) birlikte,hocası olan Şamlı Hafız Efendi (aynı zamanda Bediüzzaman Hazretleri’nin katibidir) imtihan için Eğirdir’e gitmişler.Babamı imtihana soktukları halde Şamlı Hafız Efendi’yi imtihan etmeden Akmescit’e imam tayin etmişler.O’nun Arapça’ya ve Kur’an okumaya karşı derin ilmi olduğunu gayet iyi bildikleri için imtihan etmekten kaçınmışlar ve kendisine son derece hürmet gösterip imamlığa tayin edildiğini bildirmişler.Biri imam diğeri müezzin olarak Barla’ya dönen bu ikili,daha sonra Hakkı Efendi’nin vefatı üzerine Çeşnigir Paşa Camii’nde birlikte senelerce vazife yaptılar.1965’te Şamlı Hafız Efendi’nin vefat etmesi üzerine,Barlamızda bir müddet imam yetişmediği için yabancı imam ithal etmeye başladık. (Beyşehir’li Hasan Hoca,Tepeli Köy’lü Eşref Hoca gibi) Ta ki Onaltılılar’ın Mehmet Hoca imam oluncaya kadar.Daha sonraları çeşitli aşamalardan geçerek amcamın oğlu Gaziler’in Mehmet Hoca,Çeşnigir Paşa Camii’nin önce imamlığına sonra da müezzinliğine getirildi.Geçtiğimiz yıl O’nun da emekli olmasıyla boşalan Cumaönü’müzün bu merkezi camisine bakalım Barla’dan yetişen bir din adamı geçebilecek mi?
-Barla’da elektriğin olmadığı yıllarda,Ramazan-Bayram-Kandil akşamlarında minarenin şerefesinde önceleri haşhaş yağı,sonraları da gazyağı yakılarak ışıklandırma yapılırmış.Şerefenin dışına asılmak suretiyle konmuş 8-10 kadar kalın tahtadan yapılma ağır yağdanlıkların içindeki yağlı kül yakılarak mübarek günler ihya edilirmiş.Şimdi aşağıdaki bir şalterin kaldırılmasıyla işlem bitiyor.Hangisi daha güzel dersiniz?
-Yine o yıllarda minareden,çocukluğumda birkaç kez şahit olduğum “Ramazan okşaması” yapılarak mübarek aya ulaşmış olmanın sevinci gösterilirdi.Sesi gür ve uyumlu 2-3 kişi müezzinle birlikte şerefeye çıkarlar ve “Onbir ayın sultanısın sen ya şehr-i Ramazan” diye başlayan karşılama beyitlerini okurlardı o güzel makamıyla.Şimdi kulaklarımızda kalan o hoş sadadan başka birşey kalmadı maalesef Barla semalarında.
-Dünyanın birçok yöresinde olduğu gibi Barlamız’da da eskiden uygulanan bir hurafeden bahsetmek istiyorum şimdi de.Yokuşbaşı Hamamı’nın hemen yanında Müslim Dede diye anılan bir türbe vardı ve bu türbenin taş oyuğunda bazı insanlar dua ettikten sonra mum yakarak dileklerinin gerçekleşmesini isterlerdi.Türbenin her tarafı mum akıntıları içinde kalırdı.Çok şükür ki sonraları bu hurafe uygulanmayıp kayboldu gitti.Oradaki Müslim Dede kimdir,ne zaman yaşamıştır hala merak ederim.Bilen duyan varsa foruma yazsın diyorum.
Not : Sitemizde bulunan yazı ve resimlerin izin alınmadan, kaynak gösterilmeden ve isim belirtilmeden başka platformlarda yayınlanmamasını rica ederiz. EMEĞE SAYGI LÜTFEN…