KONUŞAN FOTOĞRAFLAR

www.barla.com.tr

İzinsiz Hiçbir Platformda Yayınlanamaz

Yazı ve Fotoğraflar için Cahit Üncü ye Teşekkürler

Muharrem Uyar

Hafız Hidayetler’in köşkü.

Barla’nın eski bağ-bahçelerindeki köşkleri az çok hatırlayanların hüzünle bakacakları bir fotoğraf daha…Yukarı mezarlıktan Biyi’ye gidilen yolun manzaraya en hakim noktasına bitişik inşa edilmiş en güzel bağ köşklerimizden biri…Hafız Hidayetler’in köşkü.
Tam panoramik göl manzaralı, Bîdereleri’nin büyük kısmını tepeden gören muazzam köşk. Hafız Hidayet Efendi’nin yaz aylarında İstanbul’dan gelip bedenini ve ruhunu dinlendirdiği güzelim bağ evi. Maalesef bu da gitti gider. Görünen o ki, çok kısa bir zaman sonra bağlarımızı süsleyen köşklerden hiçbirini görme şansımız kalmayacak. Elem duymamak ne mümkün…Fotoğraf 15 Nisan 2016 tarihli.

Cahit ÜNCÜ

Alimollar köşkü

Kaybettiğimiz bir Barla güzelliği daha…Yaşı ilerlemiş birçok Barlalı’nın olduğu gibi, benim de çocukluk yıllarımın tatlı anılarında önemli bir yer tutan Alimollar köşkü. Daha evvelini bilmiyorum ama, 30’lu, 40’lı, 50’li ve 60’lı yılların en gözde bağ köşklerimizden biriydi o. Bizim ve bizden bir önceki neslin tiz çığlıklarla etrafında saklambaç ve mam (taşlarla oynanan eski bir Barla oyunu) oynayarak şenlendirdiği, Bîderesi’nin ortalarındaki iki katlı bağ evinden söz ediyorum. Dahası…İstanbul kültürü ile donanmış bir hanımefendi olan Alimollar’ın Muzaffer hanımın ustaca çaldığı ud eşliğinde, henüz 13-14’lü yaşlarda Barla’nın en güzel sesi olan babamın (Gazi’nin Hafız) söylediği o devir şarkılarının yankılandığı göl manzaralı iki katlı köşkten bahsediyorum… Üst katının balkon tahtalarında Hamdi Yalçınkaya ve Leman hanımlarla birlikte daha nicelerinin isimlerinin ve hatıralarının kazınmış olduğu güzelim köşkten… Kimilerinin şiddetli yağmurdan kaçıp sığındığı, kimilerinin de merak edip görmek için balkonuna çıktığı, ahşap, kerpiç ve göl kamışı kullanılarak yapılmış sağlam mı sağlam bir yapıydı o. Bîderesi bağlarında yaz ayları boyunca yatıldığı, en lezzetli sebze ve meyvelerin yetiştirilip Eğirdir, Isparta, Senirkent ve Gelendost pazarlarına taşındığı devirlerin belki de en kıymetli köşküydü Alimollar’ın köşkü. Ama gel gör ki, tıpkı diğerleri gibi o da ömrünü tüketip zamanın acımasızlığına boyun eğdi ve çöküşün eşiğine geldi. Fotoğraf 9 yıl öncesine ait. Ömrüm olursa bu yaz son durumunu fotoğraflayıp paylaşma arzusundayım. Tabi hâla ayakta ise…Bîderesi – BARLA

Cahit ÜNCÜ

Hamzazade Mehmet Efendi

Aaahh ahh!..Ne yazsam, ne söylesem bilmiyorum. Zaman herşeyi, herkesi eskitip, yıpratıp bir köşeye atıveriyor adeta. Fotoğraftaki bağ köşkü de onlardan yalnızca biri. Hamzalar’ın Bîderesi’ndeki göl manzaralı güzelim bağ köşkü. Vakıfa dönüştürdüğümüz Barla Derneği’nin 1910 yılındaki üç kurucusundan biri olan Hamzazade Mehmet Efendi’nin, misafirlerini ve ahbaplarını ağırladığı ve yorgunluk kahvelerini yudumladıkları ömürlük mekan. Kim bilir ne hararetli memleket meselelerinin konuşulduğu, ne keyifli sohbetlerin yaşandığı, üfül üfül havadar köşk. Eski İstanbul kültürüyle yetişmiş aydın bir Barlalı olan Mehmet Efendi dünyadan göçeli çok yıllar olmuş. Sohbetlerine katılmış olan ahbapları da. Kıymetli köşkü dayanmaya çalışmış zamanın acımasızlığına. Ayak diremiş yok olup gitmeye. Ama nereye kadar..? Yorulmuş, yıpranmış ve tükenmiş sonunda. O artık fotoğrafta gördüğümüz gibi de olmayabilir. Zira deklanşör tarihi 14 Ağustos 2009…Bîderesi – BARLA

Cahit ÜNCÜ

Yassı Yol ve Yassı Taş

BARLA’nın sembollerinden ikisi…Yassı Yol ve Yassı Taş

Barla’nın güneyindeki vadiden akan Dereardı Deresi’nin karşı yamacında, Sığırönü’nden Harmanyeri’ne çıkılan meyilli yola Yassı Yol dendiğini hemen hepimiz biliriz. Barla’yı İlama’ya ve Eğrenli yaylalarına bağlayan bu tarihî yolun tamamı olmasa da büyük bir kısmı taş döşenerek yapılmış. Eski önemini kaybettiği için bakımsız durumda kalan bu taş yolun tarihçesi hakkında bir bilgi var mıdır bilmiyoruz.

Dere tarafına bakan bazı yerlerine duvarlar örülmek suretiyle sağlamlaştırılmış olan bu yolun yaklaşık olarak ortalarında, üstü düz ama yere oturan alt kısmı yuvarlak büyük bir kaya durmakta. Yassı Taş diye bildiğimiz bu taş Barlamızın sembollerinden biridir.

Bedîüzzaman Hazretleri’nin Eğrenli taraflarına gidip gelirken dinlenmek için üstüne çıkıp oturmuş olduğunu bildiğimiz bu taş hakkında anlatılan bir tevatür de vardır. Çok inandırıcı olmayan o tevatürü anlatmak yerine, rahmetli anneannemden edindiğim bir bilgiyi paylaşmak istiyorum.

Barla’da yaşayan ve herkesin sevip saydığı Allah dostu bir zatın vefat ettiği gece, yukarısındaki kayalıktan koparak düşmüş bu taş şu andaki yerine. İlginç olansa, hayli dik olan o yamaçta yassı olan yüzeyinin değil de yuvarlak olan yüzeyinin üstünde durması. Aradan geçen zaman içinde Barla’da yaşanan zelzelelere rağmen, adeta yer çekimi kanununa kafa tutarcasına yerinde kalmış. Kalmaya da devam edecek gibi görünmekte.

Cahit ÜNCÜ

Tahsildarlar’ın ‘Öğlen Taşı manzaralı’ konağı

Zamanının en gözde Barla evlerinden biri olduğuna hiç kuşku yok. Taş ve ahşap mimarî üzerine özenle inşâ edilmiş olan bu tarihî Barla evi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isterdim ama, bir-iki bilgi kırıntısından başka elimde bilgi yok maalesef.

Geçtiğimiz yaz, evden günümüze kalanları fotoğraflamaya çalışırken ilginç bir bilgi edindim. Yakın komşu olan yaşlı teyze, evin doğuya bakan arka duvarında, duvar boyunca renkli bir kadın resminin bulunduğunu, ama zamanla sıva çöktüğü için o resmin de yok olduğunu anlattı bana. Ayrıca yine arka tarafta, bir gizli dehliz olduğunu ve oradan sığınak yahut depo amaçlı bir bölüme geçildiğini de söyledi.

Bu anlatılanlara bakılınca, evin eskiden Rumlar’a ait olduğu kanaati doğuyor. Zira müslümanlarda evin dış duvarına kadın resmi yapma gibi bir gelenek yok bildiğim kadarıyla.

Bu tarihî ev hakkında bir de şöyle bir bilgim var. Çok yıllar önce Tahsildarlar bu evi Barlalı birisine satmışlar. Ama az bir zaman sonra pişman olup tekrar geri almışlar.

Yanılmıyorsam 70’li yıllarda, Barla’da belediye başkanlığı yapmış olan Tahsildarlar’ın merhum Burhan Şanal Efendi, görev süresi boyunca bu evde ikamet etmişti.
Bu tarihî evle ilgili daha başka bilgisi olanlar bizi aydınlatırlarsa seviniriz.

Cahit ÜNCÜ

Berber Mehmet dayı ve Saniye Teyze

Güzel sahiplerinin ardından ağlayan Nur’lu ev.

Çok değil bundan elli yıl kadar önce, Berber Mehmet dayı ile hanımı Saniye teyzenin sıcacık yuvasıdır o.
Mehmet dayı Barla’nın berberidir. Evinin alt girişinde bulunan küçük dükkanında, hoş sohbetler eşliğinde traş etmiştir yıllarca Barla’nın ağalarını, beylerini ve çocuklarını. Tâ ki, Dutağaç’taki güllüğünde gül toplarken ansızın gelen ‘inme’ye kadar. Vücudunun bir tarafı felç olan Barla’nın Berber Mehmet dayısı, artık traş etmek bir yana, hiç terketmediği camisine bastonuna dayanarak güçlükle gidip gelebilecektir. Hem de vefatına kadar bırakmamak kaydıyla.

Hanımı Saniye teyze, Yokuşbaşı Camii imamı Muhacir Hafız Ahmet Efendi’nin kızıdır. Çocukluğu ve genç kızlığı Bedîüzzaman Hazretleri’ne hizmetle geçen Saniye teyze, sonraki yıllarını Kur’an öğretmenliğine adayacaktır. Sayıları yüzlerle ifade edilecek olan çocuklara Kur’an okumayı öğretecek, belki de Barla tarihinde en çok talebesi olan Kur’an hocalarından biri olacaktır.

Onlar Barla’dan, bu evden göçeli kırk seneden fazla bir zaman geçti lakin, asaletleriyle ve güzel hizmetleriyle belki kıyamete kadar hayırla ve dua ile yâd edilmeye devam edecekler inşaallah.
Hiç çocukları olmamış olsa da, Kur’an hizmeti adına evlerini açıp yetiştirdikleri çocukların her biri vefalı birer evlat gibi, arkalarından onlara fatihalar göndermeye devam ediyorlar.

İnşaallah şu mahzûn evleri de yıkılıp yok olmadan önce, layık olduğu ilgiyle ayağa kaldırılıp, Barlamız’a yeniden kazandırılır.

Bu aziz insanlarımızın ruhlarına birer fatiha okumayı ihmal etmeyelim lütfen. Allah ruhlarını şâd, mekanlarını Firdevs Cenneti eylesin. Amin.

Cahit ÜNCÜ

Hebib Dede Türbesi

Allah’ın affı ve mağfireti Hebib Dede üzerine olsun. Hebibler ismiyle bildiğimiz sülaleye ismini vermiş olan bu muhterem zatla ilgili Barla’da anlatılagelen ve benim de kayın validemden dinlediğim yaşanmış bir olayı değerli üyelerimizle paylaşmak istedim. Aslında çoğu Barlalı’nın bildiği bu hadiseyi, facebook sayfamızda kayıt altına almak adına yazmakta fayda gördüm. Zihinlerde daha iyi canlandırabilmek için biraz da romanlaştırarak anlattığım olay şöyle gerçekleşmiş…

Hacıhüseyin Ağalar (Barla’da söylenen şekliyle Hasönâlar), Barlamız’ın köklü ailelerinden biridir. Hüseyin Ağa saygınlığı olan varlıklı bir kişidir. Hebib Efendi onun hizmetinde çalışan son derece dürüst ve imanlı bir insandır. Hattâ Hebib Efendi’nin, halkın mânâsını anlayamadığı ‘garip haller’i vardır. Bu yüzden ona ‘meczub’ gözüyle bakılmaktadır.

Bir vakit Hüseyin Ağa niyyet eder ve aylar sürecek meşakkatli bir yolculukla Hac’ca gider. Onun gidişinden haftalar sonra bir gün evin hanımı helva pişirirken, Hebib Efendi heyecanla ocak başına gelir. Hanımağa’dan bir tasa helva koyuvermesini istedikten sonra, helvayı Hüseyin Ağa’ya götüreceğini söyler. Şaşkın gözlerle bakan kadın, “Herhalde Hebib’in canı helva istedi, Ağa’yı bahane ediyor” diye düşünür. Onu kırmaz ve bir tasa helva koyup verir. Helvayı alır almaz Hebib Efendi aceleyle evden çıkıp gider ve bu hadise önemsenmediği için unutulur.

Aylar sonra Hac’dan dönen Hacı Hüseyin Ağa, getirdiği hediyeleri aile efradına dağıttıktan sonra, torbadan çıkardığı helva tasını hanımına verir. Hayretle bir beyine, bir tasa bakan kadın “Ama bu nasıl olur?..Ben o tası Hebib’e vermiştim, senin torbanda ne işi var?..diye sormaktan kendini alamaz. Gülümseyerek hanımına bakan Hacı Hüseyin Ağa, yaşadığı ilginç olaya kendisinin de mânâ veremediğini ama, Hac’da iken birden yanına Hebib’in geldiğini ve “Sana helva getirdim ağam, canın çekmiştir” dedikten sonra, soru sormaya bile fırsat bulamadan hızlıca yanından ayrıldığını ve bir daha onu görmediğini anlatır.

İşte o zaman anlaşılır ki, Hebib Efendi’nin gerçekten ‘garip haller’i vardır ve o boş bir insan değildir.

Türbe-Kabir denebilecek bir kabirde, Yukarı Mezarlığın Biyi’ye bakan tarafında yatmakta olan bu güzel insan, kendisi hakkında bilgisi olan Barlalılarca geçmişten bu yana ziyaret edilmekte, aziz ruhuna Fatihalar okunmaktadır.
Barlamız’ın layıkıyla anlaşılamamış bu velîsine Allah gani gani rahmet eylesin. Lütfen İhlâslarımızı ve Fatihalarımızı ihmal etmeyelim.

Cahit ÜNCÜ

Barla Yokuşbaşı Hamamı

Tarihî BARLA Yokuşbaşı Hamamı’nı Tanıyalım Yokuşbaşı Hamamı uzun yıllar önce kaderine terkedilmiş tarihî Barla varlıklarından biri ne yazık ki. 60’lı yılların başlarında ve daha sonra da 70’li yıllarda bir süre çalıştırıldığını hatırlıyorum. Küçükken babamla birlikte birkaç kez gitmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam o yıllarda Mahmutlar’ın merhum Ahmet dayı (Hapıdık Ahmedi) işletiyordu.

Daha önceleri Cireller’in merhum Hacı Kamil dayı ve Emsizler’in merhum Mustafa dayıların da çalıştırmış olduklarını söylemişti babam. Geçtiğimiz yazın, girişteki çatı çökmüş olduğu için içine girip fotoğraf çekme cesaretim olmadı. Ama yine de ortadaki mermer fıskiyenin ve hamam kısmına giriş kapısının fotoğraflarını alabildim.

Biraz bilgi vermek gerekirse; üç bölüm halinde inşa edilmiş olan Yokuşbaşı Hamamı’nın giriş bölümü soyunma-giyinme-dinlenme (ter soğutma) amaçlarına hizmet verecek şekilde düzenlenmişti. Ortada şırıltılarla suyu akan mermer bir fıskiye vardı. Hamamın orta bölümünde iki büyük, bir küçük kubbe bulunuyordu ve bu kubbelerdeki dairesel küçük pencereler aşağıya loş bir ışık sağlıyordu. Hamamın yıkanılan kurnalarının bulunduğu bu kısmındaki ağır tahta kapılar, arkalarındaki urganla asılmış ağır kütük parçalarının itmesi sayesinde (otomatik) kapanıyorlardı. Böylelikle, soğuk kış günlerinde içerideki sıcak havanın ve buharın dışarıya kaçmaması sağlanıyordu. Kapıların kapanma anında hamam içinde yankılanan acayip sesler çıkıyordu. O sesleri duyup da korkmamış olan bir çocuk var mıdır bilemiyorum.

Hamamın son bölümüne Külhan deniliyordu. Orada büyük bacalı bir ocak bulunuyordu. Çamdağı’ndan kesilip hayvanlarla getirilen çam, katran ve ardıç kütükleri yakılarak ısıtılıyormuş bu hamamın suyu. Isınan su, demir ya da kurşun olduğunu sandığım borularla hamam kısmındaki kurnalara aktarılıyordu. Külhanda oluşan büyük miktardaki külün nereye götürülüp döküldüğü hakkında hiç bilgim yok. Bir de hangi günlerde erkeklere, hangilerinde kadınlara açık olduğu hakkında bilgi edinmedim. (Daha doğrusu babama sormayı unuttum)

Cahit ÜNCÜ

Barlalı Bir İstanbul Beyefendisi

Onu Barla’daki evinin balkonunda Kur’an okurken gördüğüm zamanlarda, tarih 60’lı yılların ortalarını gösteriyordu. Diğer Barla evlerinin aksine onun evi, Bîderesi’ne gidilen yolun solunda, Gül Oberj Oteli’nin (bugünkü adı Çamdağı Oteli) Cırlan Yokuşu tarafında idi. İlkokuldan çıkıp Bîderesi’ndeki bağımıza hoplaya zıplaya giderken, çocuk aklımla sorardım kendime. Bu amca neden köyden uzakta yapmış evini diye.

O zamandan bu yana aradan çok yıllar geçti ve ben ancak çok yakın bir zamanda o soruma ve diğerlerine cevap bulabildim. Panoramik göl manzaralı evinin fotoğraftaki virane haline zaten sızlayan yüreğim, bu sefer de onun ömrünün son yıllarını huzur ve sükûn içinde geçirme arzusuyla döndüğü memleketinde, yaşamış olduğu bir dramı öğrenmekle daha da mahzûn oldu.

Kendime, bunu yalnızca ben mi bilmeliyim diye sorduğumda, aldığım cevap tabi ki ‘hayır!’ oldu. O asil büyüğümüzü ve hasretini çektiği için yıllar sonra döndüğü Barla’sında yaşamış olduğu haksızlığı tüm hemşehrilerimiz öğrensin istedim. Gönlüm ister ki, bu yazıyı onun torunlarından birisi okusun da, bizi daha aydınlatıcı bilgiler yazsın sayfamıza.

İşte o müstesna insanın, henüz yeni öğrenmiş olduğum hayat hikayesinden kısa bir bölüm…

Hacı Hüseyin Efendi Barla’daki Halıllar sülalesinden imiş. Bedeller’in merhum Hacı Hamdi Bedel amcanın dayısı olurmuş. Ömrünün büyük kısmını askerî imam (alay imamı) olarak İstanbul’da geçirmiş münevver bir insanmış. Kültürlü bir İstanbul hanımefendisi olan Münibe hanımla evlenmiş ve ikisi kız, biri erkek üç çocukları olmuş. Emekli olduktan sonra Emirgan ve Yıldız camilerinde imamlık yapmış. Yıllar sonra eşi vefat edince Isparta’nın köklü ailelerinden biri olan Demiralaylar’ın kızı Nuriye hanımla evlenip bir süreliğine Isparta’ya yerleşmiş. Nuriye hanımın babası, İstiklal Harbi kahramanı ve arka arkaya altı dönem Isparta mebusu olan din alimi Hafız İbrahim Demiralay, erkek kardeşi ise 50’li yıllarda üç dönem Demokrat Parti Isparta milletvekilliği yapmış olan Kemal Demiralay imiş.

Hacı Hüseyin Efendi, Isparta’da 1951’de açılan İmam Hatip Okulu’nun ilk iki yıl müdürlüğünü yapmış. İplikçi Camii’nde imamlık da yapmış olan Hacı Hüseyin Efendi, 50’li yılların sonuna doğru Barla’nın biraz dışındaki arsasına yaz aylarında bir-iki ay kalabileceği küçük evini inşa etmiş. Kur’anını ve diğer kitaplarını okuyarak yaz aylarını huzur içinde Barla’da geçirmekte olan bu muhterem insana, hayatında hiçbir yerde görmediği bir gammazlama yapılmış çok sevdiği kendi memleketinde.

Barla’nın ileri gelenlerinden olan birkaç ahbabıyla sohbet ederlerken, kendisine 1960 askerî darbesiyle ilgili kasıtlı bir soru sorulmuş. O darbenin hiçbir meşru tarafının olmadığını ve siyasîlere reva görülen muamelelerin haksızlık olduğunu anlatan Hacı Hüseyin Efendi, orada bulunan bir ya da birkaç kişinin bilahere PTT’den Eğirdir Jandarma Komutanlığı’na açtığı ihbar telefonu neticesinde, jandarmalarca apar topar götürülmüş.

Yirmi günlük bir sorgulama ve esaretten sonra özgürlüğüne kavuşmuş ama gönlü Barlalı ahbap ve arkadaşlarına kırılmış artık. Her şeye rağmen Barla’daki evinde birkaç yaz daha geçiren Hacı Hüseyin Efendi, o yıllarda Ankara’ya taşınmış. Barlalı Akçaylar’ın Keçiören’deki evlerinin bir dairesinde ikamet etmiş ve 60’ların sonunda da Hakk’ın rahmetine kavuşmuş.

Yakınları onu Yukarı Mezarlığın Bîderesi’ne bakan tarafına, Hebip Dede’ye komşu olacak bir yere defnetmişler. İki yıl kadar önce, İstanbul’da vefat eden torunu Leman hanım da Barla’ya getirilip, dedesinin yanına defnedilmiş.

Memleketimizin nadide bir beyefendisi hakkında benim edinebildiğim bilgiler bu kadar. Daha fazlasını bilen olur da sitemize yazma lûtfunda bulunursa memnun oluruz. Şimdi yine her zamanki gibi, İhlaslarımızı ve Fatihalarımızı gönderelim inşaallah. Ümit edilir ki, bu vesileyle bizden sonrakiler de bizim arkamızdan dualar gönderirler.

Allah tüm geçmişlerimize ve hususan, Hacı Hüseyin Efendi’ye ve evlâd-u ıyâline rahmetler eylesin. Âmin.

Not-1: Barla’nın dört mezarlığından birinin adı Halıllar Mezarlığı’dır.
Not-2: H.Hüseyin Efendi’nin fotoğrafı Isparta İmam Hatip Okulu’nun web sayfasından alınmıştır.
Not-3: Hacı Hüseyin Efendi hakkında bana bildiklerini aktaran kayınpederim Musa Öncü’ye ve kıymetli Hamdi Çapraz ağabeyimize teşekkür ediyorum.

Cahit ÜNCÜ

Hacı Hüseyin Ağalar

Önceleri Hasönâlar’a (Hacı Hüseyin Ağalar) ait olan, sonrasında da Aynıoğlu Mustafa dayının satın alıp ihya ettiği bağ köşkü…Bîderesi bağlarının yukarı kesiminde bulunan bu köşk hakkında maalesef çok bilgim yok. Rahmetli Mustafa dayının çok sevdiği ve özendiği bu köşkün, diğerleri kadar manzaralı olduğunu söylemek zor. Biraz uzağında dizili olan uzun kavak ağaçları arasından gölü görüp görmediğini hatırlamıyorum. Ahşap-kagir tarzda inşâ edilmiş olan bu bağ evi de diğerleri gibi oldukça sağlamdı. Dikmelerinden birinde, ilk sahiplerinden olan Hasönâlar’ın Nuri Şenyurt Efendi’nin ölüm tarihinin yazılı olduğunu görmüştüm.
Fotoğraf 7 yıl öncesine ait. Şimdiki durumunu fotoğraflayabilirsem paylaşacağım.

Bilgi olması hasebiyle hatırladığım bazı köşkleri sıralamak istiyorum. (Bîderesi’nden Paşakayası’na doğru aşağıdan yukarıya):
1-Şavkılar’ın köşk
2-Mazinler’in köşk
3-Alimollar’ın köşk
4-Ukkanlar’ın köşk
5-Hamzalar’ın köşk
6-Aynıoğlu’nun köşk
7-Çaprazlar’ın köşk
8-Hafız Hidayetler’in köşk
9-Binliler’in köşk

Bunlardan başka, Altıntaş Harımı’ndaki Ayşe Hanım’ın bağ evini ve İmşah üstündeki yine Çaprazlar’ın köşkünü anmazsak eksik olur.

Cahit ÜNCÜ

DİNNEMBEÇ TAŞI

Barla’da otomobilin olmadığı zamanlarda yaşadığınızı düşünün. Bu durumda, Kumlar’da, Tellideresi’nde, Söğütlü’de ya da Naladı’daki bağ-bahçenizde yetiştirdiğiniz zerzevatla (sebze) geçiminizi sağlıyorsunuz demektir. Hemen her gün yürüyerek oraya gidip suyuyla, otunun yolunmasıyla, çapasıyla, gübresiyle, etrafının barısıyla (dikenli dallarla çevreleme), kısacası her şeyiyle ilgilenmeniz gerekli.
Tüm gün çalıştınız. Akşama doğru işlerinizi bitirdiniz. Çok yorgun ama huzurlusunuz. Lakin bitmedi…
Evinize dönmek için önünüzde yürümeniz gereken 3-4 km. yol sizi bekliyor. Üstelik bu yolun büyük kısmı, ‘Naladı Yokuşu’ denilen dik yokuş.
O yorgunlukta ne zordur o dik yolu yürüyüp Barla’nın girişindeki ‘Öldürüyeri Düzlüğü’ne çıkmak. Nefes nefese, tükenmiş halde fotoğraftaki ‘Dinnembeç (Dinlenme) Taşı’na ulaştığınızda, yığılırcasına mutlaka bu taşın üstüne oturup nefeslenir, doyumsuz akşam manzarasını seyrederken biraz kendinize gelirsiniz. Sağınızda solunuzda henüz hiç ev yoktur ama artık Barla’ya geldiğinizi, çok az yolunuzun kaldığını düşünerek rahatlarsınız. Eviniz Cumaönü civarındaysa on beş dakikalık, uzak mahallelerdeyse yirmi beş dakikalık yolunuz kalmış demektir. Bugün için geçmiş olsun.
——–
Sonraki günleri anlatmaya gerek yok. Yukarıda anlatılanın tekrarından ibaret. Allah kolaylık versin.

Not: Bilmeyenler için söyleyelim. Dinnembeç Taşı, Yenimahalle’de Çavuşlar’ın Ethem abinin evinin hemen önündedir.)

Cahit ÜNCÜ

BARLA’DA AKŞAM EZANI VAKTİ…

Barla’da akşam vaktine doğru, doğu ufkundaki dağların üstünde bir kızıl kuşak oluşur. Bu kızıllık dakikalar içinde dağlardan ayrılarak göğe doğru yükselir. Yükselen kızıllığın yerini bir gök (mavi) kuşak alır. Kızıllık yükseldikçe gök kuşağın yüksekliği artar ve nihayet akşam ezanı vakti geldiğinde, bu gök kuşağın yüksekliği, dağların gölden yüksekliğine eşit hale gelir.
Bir başka ifadeyle gök kuşağın kalınlığı, altındaki dağların kalınlığına (gölden yüksekliğine) eşit olduğunda Barla’da akşam ezanı okunma vaktidir. 


Fotoğraf Barla’da akşam ezanına birkaç dakika kala çekilmiştir. Kızıl kuşakla dağlar arasında görülen gök kuşak biraz daha genişleyince akşam ezanı okunacaktır. Allah’ın bu doğa saati tıpkı Öğlen Taşı gibi, yaz-kış hiçbir mevsimde bizi yanıltmamıştır. Bu pratik bilgiyi Barlalı büyüklerimizden öğrendik. Umut ederiz ki, gelecek nesillere bu site aracılığıyla aktarmış oluruz. 

Cahit ÜNCÜ

BARLA’NIN DOĞAL SAATİ…

Köstekli cep saatleri ve kol saatleri yaygınlaşıncaya kadar, Barla bağlarında ve bahçelerinde çalışmakta olan geçmişlerimiz, öğlen namazı vaktinin girip girmediğini Öğlen Taşı’na bakarak anlıyorlardı. Zaten bu görkemli tepeye Öğlen Taşı denmesinin sebebi de budur. Çayırönü mevkîinde, Savurdan Çeşmesi ile Badırıklı arasındaki yoldan çekilmiş olan bu fotoğrafta görüldüğü gibi, Öğlen Taşı’nın kuzeydoğu tarafındaki uçurum kayalık tamamen gölgelendiğinde Barla’da öğlen namazı vakti girmiş demektir. Üstelik bu doğal saat yaz-kış tüm mevsimler için doğru bilgi verir. Çalıştığınız yerden belinizi doğrultup oraya bakmanız yeterlidir. Dik uçurum tamamen gölgelenmişse öğlen namazınızı gönül rahatlığıyla kılabilirsiniz. Hadi Allah kabul etsin.

Cahit ÜNCÜ

HAZNA’NIN TAŞ

Sulanmak için göle indirilmiş olan keçi sürüsünün önünde göle doğru uzanmış kayalığın ismi, elli-atmış yıl öncesine kadar ‘Hazna’nın Taş’ olarak bilinirdi. Eğirdir Gölü’nün seviyesi o zamanlar yüksek olduğu için, su kayalığın yarısına kadar çıkardı. Barla’dan yürüyerek buraya gelmeyi göze alanlar için bu kaya verimli bir balık avlama noktasıydı. Kayalığın güney tarafındaki çakıllı kumsal ‘Hazna’nın Çay’ diye anılırdı. İster olta ile Hazna’nın Taş’ta, ister serpme ağ veya siyder (batırma ağ) ile Çay’da avlanın, eve boş dönme korkunuz olmazdı. 

Yanlış balık türünün aşılanması neticesinde ekolojik felaket yaşayan gölde o zamanlar, Gavinne, Erez, Çapak, Sıraz, Limon Balığı, Çiçek Balığı gibi endemik (yöreye has) balık türleri yaşamaktaydı. Çapak (Sazan) dışında, diğerlerinin nesli tükendi. Çapak’ın da artık izine rastlayabilen şanslı sayılmakta.

Şayet balık avlama merakınız varsa ve bu işi Eğirdir Gölü’nde yapmayı düşünüyorsanız, bir daha düşünmenizde fayda var. Zira yanlış zamanda ve yanlış yerdesiniz demektir. İllâ ki avlanmak istiyorum diyorsanız, fotoğraftaki gibi güzel manzaraları seyretmekten başka bir kazancınızın olmayacağını ‘gönül rahatsızlığı’ içinde söyleyebiliriz.

Cahit ÜNCÜ

KRALLAR KÖŞKE

Şiddetli lodos dalgalarının bulandırdığı şu taşlık kıyıda kaybettiğiniz şeyi belki bulma ihtimaliniz vardır. Ama aynı yerde, çoktan tarihin tozlu sayfalarında kalmış olan varlıkları, hatıraları bulma ihtimaliniz sıfırdır.

Efendim fotoğrafta görülen yer, Eğirdir Gölü’nün Barla kıyısında Tellideresi diye anılan mümbit mevkinin Mazinkamışı civarıdır. Bu gözlerden uzak yer şu anda, göl manzarası dışında pek bir kıymet ifade etmiyor gibi görünmekte.
Peki, ya zamanı geri çevirebilecek bir imkanımız olsaydı…70-80 yıl kadar geriye gidip bakabilseydik…Yine manzara aynı mı olurdu acaba?..

Babam’ın (Gazi’nin Hafız) iç çekerek, özlemle anlattığına göre, bu kıyıda bir zamanlar bir avlanma, dinlenme ve keyif mekanı olan güzel bir kıyı köşkü endam ediyormuş.
“Karallar Köşkü”..

Kıyıdan birkaç metre geride ahşap ve taş kullanılarak inşâ edilmiş olan o güzel köşkün önünde, gölün metrelerce içine kadar uzanan ve ‘avlak’ denen ahşap bir iskelesi de mevcutmuş. Özellikle yaz aylarında canlı, cıvıl cıvıl bir mekanmış.

Barla’nın saygın ‘ağa’larından olan Karaloğlu Mustafa Ağa, zamanın Eğirdir kaymakamı olan zatı bu köşküne davet edip ağırlarmış. Barla usulü kapama etler, pilavlar, çorbalar, helvalar, kahveler ve hoş sohbetlerle ağırladığı kaymakam beyi, Eğirdir’den binerek geldiği atıyla yine buradan uğurlarmış.

Mustafa Ağa’nın evlatlığı olan Yusuf’la babam, göle uzanan ‘avlak’ın üzerinden koşarak derin sulara atlayıp yüzerlermiş. Dahası, o iskelenin üstünden olta atarak, o zamanlar gölde bol bulunan lezzetli Gavinne balığı avlarlar, sevinç çığlıkları içinde keyiflerine keyif katarlarmış.
**************
Çoğumuza hikaye gibi gelen Karallar Köşkü, Karaloğlu Mustafa Ağa ve diğer sayısız Barla varlığı dünya hayatını terkettiler. Şimdi ücra kalmış bu yerlerde izleri dahi kalmadı. Tek kelimeyle çekip gittiler. Sanki hoyrat dalgaların dövdüğü cansız, neşesiz, verimsiz kıyılara bizleri mahkum ederek…

Başkalarını bilmem ama benim içimden, ‘keşke toprağın, suyun, havanın henüz kirlenmemiş olduğu, doğanın ve içindekilerin tüketilmemiş olduğu o capcanlı zamanlarda yaşasaydım’ demek geliyor. Ama heyhat!..Ne çare?..

Cahit ÜNCÜ

BARLA’NIN EĞİTİM-ÖĞRETİM MACERASI ve TOPRAĞA BASTIRILMAYAN BAKAN…

11.Söz Tepesi’nden yaklaştırma ile çekilen bu Barla fotoğrafı, Cumaönü ve yakın çevresini göstermekte. Fotoğrafın üst ortasında, yan duvarı sarı-mavi boyanmış olan bina Barla ilk ve orta okuludur. ‘Barla okul binaları süreci’nin en sonunda inşâ edilmiş olanıdır.
Babamdan öğrenebildiğim kadarıyla okul binalarının kısa tarihçesi şöyle:

Kocamustanlar diye anılan hayırsever aile cumhuriyetten önceki yıllarda, Yokuşbaşı mahallesinde bulunan ve ‘hanay’ denilen büyük evlerinin bir bölümünü okul olarak tahsis etmişler. Halkın iaşesini karşıladığı Dertli Hoca, Garipli Hoca diye bilinen bazı hocalar da orada yıllarca Barla’nın çocuklarına geleneksel sistemle eğitim-öğretim vermişler.

1924’de kabul edilen Tevhîd-i Tedrisat kanunundan sonra ise, Barla’da eğitim ve öğretim Cumaönü’ndeki iki katlı eski ahşap binanın üst katında merhum muallim Galip Keskin, İrfan Özsoy, Tevfik Tığlı gibi devletten maaşlı öğretmenlerle yapılmaya başlanmış. (Benim çocukluğumda bu binanın üst katı kahvehane, alt katı ise muhtelif meslek erbabının çalıştığı dükkanlar olarak tahsis edilmişti.)

 

40’lı yılların başlarına gelindiğinde, merhum muhtar Osman Ünal’ın ve Barlalılar’ın gayretleriyle, şu andaki okulun olduğu yerde taş duvarlı, iki katlı yeni bir okul inşâ edilir. Fakat her nedense, yaklaşık yirmi yıl kadar hizmet verdikten sonra bu bina terkedilir. 40-50 metre kadar güneyinde Milli Eğitim’in yaptırmış olduğu kirli sarı renkli yeni okulda öğretime devam edilir. Edilir edilmesine ama, 30 yıl kadar sonra binada meydana gelen büyük kaymalar ve çatlamalar nedeniyle, bu bina da terkedilir ve yeniden eski yerine dönülerek 1994’de Isparta Valiliği’nce bugünkü okul binası inşâ edilir.

Barla’nın eğitim-öğretim macerasını kısaca özetledikten sonra, başlıktaki ikinci konuya dönecek olursak;

1950’deki seçimi Demokrat Parti kazanır ve arkasından 1953’de Barla’ya belediyelik statüsü verilir. Merhum Mehmet Çallı (Karallar’ın) Barla’nın ilk belediye başkanı olur. Mehmet Çallı bir fırsatı değerlendirir ve dönemin meşhur bakanlarından olan Ethem Menderes’i Barla’ya davet eder. Sürpriz bir şekilde davet kabul olununca Barla’da hummalı bir hazırlık başlar.

Cumaönü’nden okula gidilen, bugünkü fırının altından geçerek okula ulaşan bir yan yol vardır. Ancak yol topraktır ve meyilli de olduğu için kayıp düşme tehlikesi vardır. Hem bakanın emniyetini sağlamak, hem de memnuniyetini kazanmak adına, o yolun yarısından itibaren okula varıncaya kadar halılar döşenir ve çevre temizliği yapılır.

Nihayet uzun boyuyla akıllarda kalan bakan Ethem Menderes alkışlar arasında Barla’ya gelir. Halı döşenmiş yoldan emniyet içinde yürüyerek okula ulaştırılır. Kendisine çok ilgi gösterip okulun bahçesinde toplanmış olan Barlalılar’a, yine alkışlar içinde güzel bir konuşma yaptıktan sonra, kendisi de memnun bir şekilde Barla’dan ayrılır. Bu olay, o anı yaşayan Barlalı büyüklerimizin hafızalarında anlamlı bir hatıra olarak yer alır.
********************
Barla’nın ilk belediye reisi Mehmet Çallı bey, 1960 ihtilalinden kısa süre sonra üzüntüsünden kansere yakalanır ve bir yıl içinde vefat eder.
Barla’da toprağa bastırılmayıp halı yolda yürütülen bakan Ethem Menderes ise, ihtilal sonrası dört yıl hapis yattıktan ve Demokrat parti çevrelerince davaya ihanetle suçlandıktan çok yıllar sonra, 18 Eylül 1992’de dünyaya veda eder.
Anlattığımız bu hatıra vesilesiyle kendilerine rahmet olsun.

Ethem Menderes hakkında daha fazla bilgi:
http://nedirler.com/tarihi-sahsiyetler-kisilikler/ethem-menderes.html

Cahit ÜNCÜ

 

KORKMA OĞLUM… TORMAN DÖVÜYORLAR…

18 Ağustos 2016 akşamı Eğirdir’den Barla’ya dönüyorken, gördüğüm manzara karşısında Yılancı Yeri’nde (DSİ Bedre pompası yakını) mecburi bir mola verdim. Dolunay evresindeki Ay’ın Sorkuncak köyü üstlerinden muhteşem doğuşunu ve mehtabı izledim dakikalarca. Göldeki yansıma beni adeta büyülemişti. O sırada bir balıkçı geldi ve tam yansımanın ortasında ağ dökmeye başladı. Fotoğraf meraklısı biri için kaçırılmayacak bir andı. Ayaklığımın olmaması büyük dezavantajdı ama mümkün olduğunca makinemi titretmeden birkaç kare çekmeyi başardım. Bugün arşivimde çekmiş olduğum o fotoğrafı görünce, hafızamda hala tazeliğini koruyan çocukluk anılarımdan biri geldi aklıma. Dileyen okur, dileyen ekranını kaydırır geçer. Tercih değerli takipçilerimizin.

Çok değil bundan elli atmış yıl önceleri, akrabalık, komşuluk ve eş dost ilişkileri çok farklı, çok yönlü idi. Özellikle köy hayatında çok önemli olan bu ilişkilerden biri de yatılı misafirlikti. Mesela Barla İskelesi’ne kadar yüründükten sonra, ziftlenerek su yalıtımı yapılmış eski tip bir kayığa combul çokuş binilir, Boyalı, Bağcıyaz veya Bülbül’deki ve hatta karşı kıyıda bulunan Yeniceköy’deki akrabanın evine gidilip yatılı misafir olunurdu. Bir-iki günlük ziyaretten sonra, yine aynı meşakkatli yolculukla Barla’ya dönülürdü.

Henüz beş altı yaşlarındayken ailemle yaptığım böyle bir yatılı ziyarette ilk defa duyduğum ‘torman dövme’ olayını takipçilerimizin de bilmesi güzel olur diye düşündüm. Özellikle eski yaşam tarzını ve eylemlerini hiç görmemiş olan gençlerimizin..Neyse geçelim hikayemize.

Hatırladığıma göre, 60’lı yılların başlarında Barla’dan 10km uzaktaki Boyalı’da bugünküler gibi hiç ev yoktu. Yakın akrabamız olan merhum Aynılar’ın Ali dayının (Koca Ali) iptidaî ev ve ahırları, göl kıyısından yaklaşık 2km kadar uzakta, bugünkü Çamdağı yolu üstünde bir yerde idi. Duvarları taş ve çamurla örülmüş o yapıların çatıları gölden getirilen kamışlarla örtülmüştü. Yaz geceleri sıcak olduğu için, hemen önlerindeki harman yeri denen düz alanda yatılıyordu. Yere önce hasır ve kilimler seriliyor, sonra da yer döşekleri yapılıp yorganlar örtülüyordu. Ardından da, o zamanlar henüz ışık kirliliği olmadığı için cam gibi berrak bir gökyüzü manzarası eşliğinde rüya alemine dalınıyordu. Tabi çoklarımızın yaşamak isteyeceği bu heyecan verici ‘doğada geceleme’ işinin nadiren de olsa bazı riskleri yok değildi. Bizim yatılı misafirliğimizden çok sonra, Ali dayının genç oğlu Ahmet abinin koynuna yılan girmesi gibi. (Merak edilmesin, olay ucuz atlatılmıştı.)

 

 

DEREARDI ÇAĞLAYANLARI ve KAZANLARI

Öyle zannediyorum ki, Barlalı takipçilerimizin büyük bir ekseriyeti bu çağlayanları (küçük şelaleleri) ilk defa görüyorlardır. Barla’da böyle çağlayanlar var mıymış diye sormakta haklılar. Biz de bilmiyorduk ama öğrendik. Nasılını anlatalım..

Kanyonlar bazı hayati riskler içerse de, içerilere doğru ilerledikçe insanda hayranlık ve daha fazla merak uyandırırlar. Dereardı Kanyonu da meraklısına aynı hisleri yaşatacak kadar ilginç ve adrenalin yüklüdür.

Mayıs 1994..Yani bundan 24 yıl önce..Barla Göleti ortada yokken..Henüz Barla Deresi’nin ayağına pranga vurulmamış, özgürce çağlayışını sürdürürken..
Yeğenim Mustafa ile içimizdeki öğrenme arzusuna yenik düştük ve kendimizi Barla’nın batısındaki Dereardı Kanyonu’nun ürpertici uçurumlarının içinde buluverdik.

Bahar ayı olduğu için, dere gürültüler çıkararak akıyor, keskin kıvrımlardan döne döne Eğirdir Gölü’nde sona erecek olan akışını coşkuyla sürdürüyordu.
Burayı da aşalım, şuradan sonra acaba ne var diye diye, girişten bir hayli yukarılara ulaşmıştık. Sağlı sollu dik uçurumların altından geçtikçe yürümek zorlaşıyor, yoruculuğu az ya da çok tırmanışlar başlıyordu. Bazan derenin içinden, bazan da yamaçlarda bulabildiğimiz zorlu keçi patikalarından yürüyorduk.

 

 

Birkaç küçük şarlağı (suyun hızlı düşü yaptığı dik meyilli yerler) ve kazanı (yüksekten düşen kuvvetli suyun aşındırması sonucu, düştüğü yerde oluşan ve yer yer derinliği bir metreyi geçen doğal kaya havuzları) fotoğraflayarak aştıktan sonra, nihayet en yüksekten düşen çağlayana ve kazana ulaşabilmiştik.
Gerçekten etkileyici bir görüntü idi. Yaklaşık dört metreden düşen su, kazan içinde girdaplar ve çalkantılar yaptıktan sonra akışına devam ediyordu.

Büyük çoğunluğu Çukur Yayla’dan yola çıkan kar suları, çağıltılarla Akdere Kanyonu’nu geçtikten sonra, diğer derelerle birleşip daha da güçlenmiş olarak Dereardı Kanyonu’na giriyor, şarlaklardan ve çağlayanlardan düşe düşe yoluna devam ediyordu.

Kendimi ‘neden bu saklı güzellikleri daha önceleri keşfetmedim ki?..’ diye sorgularken, içimizdeki öğrenme merakının bize bahşettiği değerli hatıralar olarak aşağıdaki fotoğrafları çekmiştik. Umarım bu saklı güzellikleri görmeyi düşünenlere yararlı bir kılavuz olurlar.

Önemli NOT: Kanyonlar özellikle bahar ve güz aylarında sel tehlikesi barındırır. Ayrıca yamaç ve uçurumlardan taş ya da kaya yuvarlanması riskleri de vardır. Çocuklar asla girmemeli, yetişkinler de daima tedbirli olmalıdır.

Cahit ÜNCÜ

BARLA’YI YASA NOĞAN LODOS

70’li yılların sonları ya da 80’li yılların başlarıydı. Barla’da yaz mevsiminin en uzun ve en sıcak günlerini yaşıyorduk. Üstelik geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, Ramazan ayı o yıllarda da yaz aylarına denk gelmişti. İşinde gücünde çalışanlar başta olmak üzere, oruç tutanlar çok zorlanıyordu. Günlerdir hiç rüzgar esmediği için göl, bizim oraların tabiriyle çarşaf gibiydi. Göz alabildiğine uzanan sudan bir ayna idi sanki. Güneş kavurdukça kavuruyor, hararetten herkes bitap düşüyordu. Boğazımıza su kaçar da orucumuz bozulur endişesiyle, göle girip serinleme ihtiyacından da mahrum kalıyorduk. Gölün o güzelim sükûnetine iç çekerek günler geçip gidiyordu.

Nihayet o gün yeğenim Hamdi ile bu çıkmazdan kurtulmak için bir plan yaptık. Kusursuz olduğuna inandığımız bu plan sayesinde, hem orucumuza halel gelmeyecekti hem de göle hasretimiz sona erecekti. Çayırönü mevkiindeki elmalığımızda gücümüz yettiğince çalışacak, öğleden sonra biraz uyuyup dinlenecektik. Akşama doğru Kumlar kıyısına inip iftarımızı açtıktan sonra, yanımızda götürdüğümüz lüks lambasının güçlü ışığında kendimizi gölün serin sularına atıp çılgınca yüzecektik.

 

Öyle de yaptık. Elmalıkta oruçlu oruçlu birkaç saat çalışıp bitkin düşünce, toprak sekiye dayanmamızla uyumamız bir oldu. Tahmini bir-bir buçuk saat kadar sonra yüzümüze çarpan rüzgarla uyandık. Önce birbirimize, sonra da göle doğru bakmamızla işin aslını öğrenmiş olduk. Belki bir haftadır kıpırdamayan göl, aniden patlayan şiddetli lodos rüzgarıyla adeta kudurmuştu. Uzaktan gölün üstü beyaz çiçek tarlası gibi görünüyordu. Kıyıları bulandıran dev dalgaların uğultusu bize kadar geliyordu. Çaresizlik içinde, “Hay böyle şansın..” diye söylene söylene Kumlar’ın yolunu tuttuk.

Kıyıda kulaklarımızı sağır eden dalgalara umutsuzca baka baka iftar soframızı hazırlarken, o uzun günün sonunda nihayet iftar saati gelip çattı. Pınardan doldurup götürdüğümüz suyu kafamıza dikip birkaç lokma atıştırdıktan sonra, ipinden kurtulmuş danalar gibi azgın dalgaların içine atıverdik kavrulmuş bedenlerimizi.

Gölün bulanık suları, günlerdir hararet içinde kalmış olan bedenlerimizle birlikte ruhlarımızı da serinletmişti sanki. O rahatlık içinde dalgalarla cebelleştiğimiz sırada, belli belirsiz bir araba korna sesiyle irkildik. Barla’dan çıkarken tembihlediğimiz bakkal Hayri, Kumlarbaşı’ndan bizi çağırıyordu. Apar topar sudan çıkıp toparlandık ve gençliğin verdiği kuvvetle, tepede bizi bekleyen arabanın yanına bir solukta çıkıverdik.

Anadol kamyonete binip farların ışığında Söğütlü yoluna düştüğümüz anda bakkal Hayri, bugün hala yüreğimi yakan o acı hadiseyi söyleyiverdi bize. Birkaç saniye önceki keyfimiz erimiş, beyinlerimize kaynar sular dökülmüştü. Unutulacak bir acı değildi.

Yaşıtım ve arkadaşım Ceranlar’ın Mustafa, o gün bizim elmalıkta uyuduğumuz saatlerde Kumlar kıyısının önlerinde boğularak vefat etmiş, üstelik cenazesi de bulunamamıştı. Sonradan öğrendiğimize göre, Mustafa dev lodos dalgalarının içinde kayıkta dengesini kaybedip göle düşmüş. Ayağında kasık çizmeleri olduğundan, kısa süre içinde suya gömülerek gözden kaybolmuş. Birkaç kayıkla hadisenin olduğu yerde aramalar yapılmış ama bulanık suda cenazesini bulmak mümkün olmamış.

Tüm Barla yasa boğulmuştu. Günler boyunca en küçük bir esinti yokken, o gün o saatte aniden patlayan lodos, sanki aramızdan Mustafa’yı alıp götürmek için gönderilmişti. Zira ertesi gün hava yine önceki günlerdekine dönmüştü. Göl çarşaf gibi oluvermişti yine. Birçok insan aynı şeyi konuşuyordu. O şiddetli lodos rüzgarı sadece Mustafa’yı almak için çıkmış gibiydi. Yani hep söyleyip durduğumuz gibi, kader ağlarını böyle örmüştü. Kaderden ve kazadan kaçmak mümkün değildi. Yanlış hatırlamıyorsam cenazesi ancak birkaç gün sonra bulunup defnedilebildi.

Mustafa esmer, kırmızı yüzlü, boylu poslu, güçlü kuvvetli delikanlıydı. Sessiz, sakin, geçimli bir arkadaşımızdı. Bizler gibi henüz hayatının gençlik yıllarını yaşıyordu. Arkadaşlık anılarımız olmuştu. Ailesi aslında çobanlıkla meşguldü ama o yıllarda istakoz avcılığı iyi kazanç getirdiği için o balıkçılığa yönelmişti. Belki de yaşı geldiği için, her genç gibi tez zamanda evlenip bir ev kurma hayali kuruyordu. Kim bilir?..
*************
Ağustos 1993’te Çorak Sarpasan yakınında bir metrelik lodos dalgalarını fotoğraflamış olduğum bu kart elime gelince, o gençlik arkadaşımın hayali gözümde canlanıverdi. Bu uzun hikayeyi anlatmak suretiyle, değerli takipçilerimizin de onun ruhuna rahmet okumalarını murat ettim. Umarım bıkkınlık vermemişimdir. Verdimse haklar helal edile…

Cahit ÜNCÜ

Share This